UYARMAK İÇİN UYANMALI UYANMAK İÇİN UYARMALI
Kitabın ilk baskısı, “Uyarmak için Uyanmalı Uyanmak için Uyarmalı – İşçi Partisine Teklif” adıyla, 1966’da yapılır. (TMY-Tarihsel Maddecilik Yayınları, Istanbul, 1966, 30+8s) İkinci baskısı ise, yine Kıvılcımlı’nın sağlığında, 1970’de, “Uyarmak için Uyanmalı Uyarmak için Uyanmalı” adıyla yapılır. (TMY, Aralık 1970, 110s). Kitap, Kıvılcımlı’nın, Samsun’da çıkarılan Çaltı [*] adlı gazetede 1966’nın ilk aylarından itibaren yayınlamaya başladığı “İşçi Partisi Nedir, Ne Olmalıdır?” adı altında yayınlanan (12 bölüm) yazılardan ve yayınlanamamış-tamamlanamamış kısımlardan oluşmaktadır. İlk yazı, 31 Ocak 1966’da, Çaltı sayı 146’da yayınlanır. Fuat Fegan’ın notlarından: “ 1965 seçimlerinden kısa bir süre sonra Samsun’da çıkan Çaltı gazetesinde “İşçi partisi Nedir? Ne olmalıdır?” seri yazısı yayınlanmaya başlar. Tamamlanmadan yayın sona erdirilir. Hikayesi: “İkinci Baskıya Acı Bir giriş”te var. İstiyen bakabilir. Yazının geri kalan “Uyarmak için Uyanmalı, Uyanmak için Uyarmalı-İşçi Partisine Teklif” kısmı, daha sonra adı altında broşür olarak çıkar. 1970 sonlarında, inceleme dağınık halinden kurtarılarak 2. Baskısı yapılır, bu “İkinci baskıya Acı Bir Giriş” ile birlikte yayınlanır” [1] Kıvılcımlı’nın çeşitli yazıları, taşrada, Samsun’da, eczacı Oğuz Koyutürk tarafından yayınlanan, dönemin tüm aydın, entelektüel, yazar-çizerin yazı verdiği haftalık Çaltı gazetesinde 1965-1966 yıllarında yayınlanmıştır. Hatta, Kıvılcımlı’nın yazılarında kullandığı değişik adlardan biri olan, Haki Kırgız (İşçi) adıyla, “Sermayenin Oyunu” adlı yazısı da yine bu gazetede yayınlanmış. (Çaltı, 25 Temmuz 1965, Sayı 119) Bu konu Sadık Göksu’nun Kıvılcımlı Yazılar adlı kitabında da geçmektedir. Kitabın adı-başlığı ile ilgili olarak, ilk basımın yapıldığı 1966 yılında yapılan tartışmalar ( Uyarmakçın Uyanmalı, Uyanmakçın Uyarmalı veya Uyarmak için Uyanmalı, Uyanmak için Uyarmalı olarak yazılması) ve Çaltı konusunda bir dönem yazılan çizilen polemikler konusunda, yine Sadık Göksu’nun bu eserine bakılabilir. [2] O dönemlerde, Kıvılcımlı’nın yakın çevresinde bulunan Sadık Göksu, Oğuz Koyutürk’ün arkadaşıdır, bir süre Çaltı gazetesinin sorumlu yönetmenliğini (31 Mayıs 1965, sayı 111 den itibaren) yapar, Samsun’da bulunur. Daha sonraları ayrılır. Çaltı gazetesi hakkında daha ayrıntılı bilgi için, Oğuz Koyutürk ile yapılan röportaja bakılabilir.[3] Kıvılcımlı’nın Çaltı’da çıkan diğer yazıları için Fegan’ın Yurt Dışı Kataloğuna bakılabilir. [4] Kitaba esas olan, Çaltı gazetesinde çıkan bu yazı serisi ile ilgili olarak Kıvılcımlı, 1970 yılında yayınladığı “Halk Savaşının Planları” adlı eserinde, Halk Örgütlenmesi İçin Pratik Teklifler bölümünde şöyle yazar. “ Bir taşra sol dergisinde (Çaltı’da): “Silahların tenkidine varmayacak tenkit silahı” ile Türkiye İşçi Partisi’ndeki eksik gediklere şöyle değinecek olundu. “Vay, sen misin, Zât-ı şahanenin nefs-i hümâyunlarına toz konduran”? Öyle sayıldı; Çaltı kapattırıldı. Asıl teklifler “UYARMAK İÇİN UYANMALI, UYANMAK İÇİN UYARMALI” adlı pembe kaplı kitapçıkta, neredeyse, rica yollu yayınlandı. Hiç kimsenin “TAHT’I BAHTI OSMANÎSİ” konu değildi. Tersine “Ol saltanatın yerinde yeller esmemesi” için yalvarılıyordu. İŞÇİ PARTİSİ teşkilat olarak, ciddiye alındı. Hemen gerçekleştirilebilecek açık seçik teklifler denendi. Tekliflerin özeti: İşçi Sınıfımızla, köylü yığınlarımızın ekonomik ve politik örgütlenmelerine yarayacak zincirleme çözüm parolaları ve davranış biçimleri üzerineydi. Amerikan Emperyalizminin “Barış Gönüllüleri” köy imamının karısının neleri sevdiğini jurnal ederken, niçin “İŞÇİ GÖNÜLLÜLERİ” ve “KÖYLÜ GÖNÜLLÜLERİ”, “HALK GÖNÜLLÜLERİ” örgütlenmesin idi?
TİP içinde “Bizi köyde öldürtmek istiyor” fobisi “uyandı”. TİP dışında büyük “STRATEJİ” manevralarından kimseye “KAFASINI KAŞIYACAK” vakit kalmadı. Tekliflerse, öldürücü değil, yaşatıcı olabilirlerdi. Gerçek strateji ve taktik aşamasının elle tutulur yerli malı uygulamaları idi. İçlerinde yapılamayacak yahut “yüksek teori”ye aykırı hiç bir şey gösterilmedi. Tekliflerin kendileri dışında kalmış küçük burjuva eğilimleriyle, akla sığmaz alerjiler kışkırtıldı. Tekliflerle, sanki pişmiş aşa su katılmıştı. Üzerlerinde bir an pratikçe durmaya kalkışanlar, Tanrı Zeus’ların görünür, görünmez oklarıyla yıldırımlandılar. Ve konu güme gitmiş duruma sokuldu.” [5] Kıvılcımlı kısaca özetlemiştir kitabın içeriğini, TİP’in gerçek bir işçi partisi olabilmesi için yapılan önerilerdir. Kitabın 2.baskısının girişi, 7 Kasım 1970 tarihli, “ İkinci Basılışa Acı bir Giriş” adlı yazıdır. 66 yılında çıkartılan kısacık broşürdeki teklifler bir kez daha yazılır, TİP 13 Şubat 1961’de kurulur, yasal zorunluluk olan bir tüzükle. Programı ise kuruluşundan 4 yıl sonra kaleme alınarak yayınlandı. Toplumu kurtarmak iddiası ile yola çıkılıyor programı yok. Kıvılcımlı, programdan aldığı hızla hazırlanmamış, salt yasal zorunluluklar yerine getiren bir tüzükle gerçek işçi sınıfı partisi olunamıyacağını, meselenin bugün iktidara gelen işçi sınıfının yarın ne yapacağının olmazsa olmaz şartı programın tartışılıp herkese sunulması gerekliliğini anlatır. Program, ana hatlarıyla eleştirilir (daha sonraki bölümlerde ayrıntılı olarak). Bu bölümden sadece Şövenizm konusundan kısa bir alıntı: “ Programı iki yüzlü, ikircikli düşüncelerle de doldurdular. Ağızlarından çıkanı kulakları duymuyordu. “TİP, TÜRK İŞÇİ SINIFI (majüskülliyen HK.)… öncülüğü etrafında toplanmış.” “TİP, Olayları TÜRK İŞÇİ SINIFI… açısından değerlendirir.” Parti’nin adı “TÜRKİYE İşçi Partisi”, “Türkiye’de, nüfus kâğıdına rağmen kendisine “Türk”ten başka ad veren yığınlar var. Programa göre, öncü sınıf: “TÜRK İŞÇİ SINIFI” dır. Bilerek mi bu şovenizme düşülüyor, bilmeyerek mi? Hepsi bir. Hatta bilmeyerek pot kırmak daha tehlikeli. Çünkü pot iç derinliklerden geliyor ve en çok Bilgi ve Bilinç kesinliği istiyen katta, bilgisizlik ve bilinçsizlik kirli çamaşırları sergileniyor. Aynı bilgi ve bilinç züğürtlüğü ve zibidiliği Özgüç (İşçi Sınıfı) ile Yedekgüçler (Küçükburjuvazi); Halk (İşçi-Köylü vb.) ile Ulus (Millet: Halk+Burjuvazi) gerçeklerini çorba edişlerinde daha açık saçıklaşır. TİP, eğer modern, anlamıyla bir Proletarya Partisi ise, Özgüç öncülüğünde Yedek güçlerle Burjuvaziye karşı mücadele eder. ABA’cı güruh, bir yanda, yalnız “Türk İşçi Sınıfı”nı önerirken, ötede Finans – Kapitalist ve Tefeci-Bezirgân sınıflarını ve zümrelerini ayırdetmeksizin “Ulus”dediği 100 yıllık “Millet”in “bütünü”ne göz kırpar”. Acı Giriş’in son paragraflarından: “… “Uyarmakçın Uyanmalı, Uyanmakçın Uyarmalı” (İşçi Partisine Teklifler) broşürü çıkarıldı. Orada, “İşçi-Köylü Gönüllüleri” teklifi için en başta İşçi Milletvekillerine düşen görev anlatıldı. Onlar “isteseler de, istemeseler de ERMİŞler” olmalıydılar. Çok değil, maaşlarının 1000 liradan fazlasını Parti Gönüllülerine (Profesyonel Devrimcilere) ayırmalıydılar. (Yüksek Tahsilli memur 500 lira maaşla çalışabiliyordu.) İşçi Saylavlar çile mi çeksinler? “Geleneklerimize göre Ermişlik: ÇİLEKEŞLİK’le atbaşı birlik gider. Çileyi göze almayan, halk fedailiğine çıkmamalıdır. Biz TİP Milletvekillerini o karşılıksız mutluluk yücelişine ermiş görmekle övüneceğiz” (s. 18) deniyordu. Böylesine çelebice uyarıya ABA’cılar büsbütün esridiler. Oysa gene onların maaşlarını daha süreklice sağlamaları bakımından da teklif aykırı değildi. Şöyle uslu uslu konuşuluyordu: “TİP, Partiler içinde adı sanı duyulur, şanı övülür bir Parti olmak değil, İşçi Sınıfının biricik teşkilatı olmak göreviyle karşı karşıyadır. TİP, böyle her 4 yılda çeyrek milyon oy kazanacaksa… 80 yıl beklemek zorundadır. O da BAŞKA HİÇ BİR ENGEL çıkarılmazsa… Yani TİP, halka verdiği sözün eri olduğunu ispat etmek için, 21 inci Yüzyılın ortasını (2048 yılını) bekleyecektir. Oysa, daha şimdiden bezirgân İktidar Partisi Seçim Kanunu’nun Küçük Partilere (özellikle İşçi Partisine) soluk aldıran bütün deliklerini yeni baştan tıkamaya karar verdi.” (s.6) Ne yazık, son ihtar sanıldığından çabuk gerçekleşti. Seçim Kanunu’nda “Milli Artık” kaldırıldı. 1969 Seçiminde “Başa Güreşme” manyaklığıyla pertav eden yalancı pehlivan: TİP’in 15 yerine 2 Mebus çıkardığını görünce, başına topladığı cinleri dağıtamayan sihirbaza dönüp yakıldı.
Olan TİP’e oldu. Devrimcilik şöyle dursun, Derleyici olamadı. Panik hâlâ sürüyor. Bu girişin kızgın demir dağlayışını İşçi yoldaşların kınamayacaklarını biliyoruz. Daha “efendice” söze bayılan kibar aydınlara gelince: İlkin ikinci kez basılan kitapçığı okusunlar. Sonra, isterlerse bu “İkinci Basılışa Acı bir Giriş”i hiç okumadan yırtıp atsınlar. Ama bir şartla: Lütfen tekliflerin gerçekleşmesi için düşünüp davranmaktan korkmasınlar. “
Girişten hemen sonra, Uyarmakçın Uyanmalı Uyanmakçın Uyarmalı başlığındaki bölümden: “ İşçi Partisinin en çetin meselesi budur. Halk nasıl uyarılacak?… İşçi Partililer bir iş yapıyorlar. İşçi Partisine katılmayanların, Parti işine karışmaları doğru olur mu?… Açıklaması uzun. Karışmak iki zıt yönde anlaşılabilir: 1- Baskı yapmak isteyenlere bahane vermemek için İşçi Partisinin içine ve işine karışmamalıdır; 2- İşin gelişmesi için doğru bir düşüncesi bulunduğuna inanan herkes, İşçi Partisinin içine değilse bile, işine karışmalıdır… Samsunlu ÇALTI dergisinde yayınlanan: “İşçi Partisi nedir? Ne olmalıdır?” yazısı bu inançla çıktı. Araştırma 3 bölümdü. İkinci bölümü bitmeden ÇALTI kapandı… Mesele kapandı mı? Hayır.” Halkı nasıl uyaracaksın? “Meclis kürsüsünden söylev, Şehir meydanlarında demeç hep güzel şeylerdir. Doğru olmak şartıyla, siyasi edebiyat şarttır. Ancak onları dinleyecek, anlayacak olan kimdir?… Dün, T.İ.P. mitinginden geçiyorduk. Hatip korkunç bir tehlikeyi anlatıyordu: “Türkiye’nin başına atom bombası düşerse” der demez, oradakilerden bir kaçı, “Başına düşsün!” diye diş gıcırdattılar. Bunlar, ajan da olabilirler, doldurulmuş halk da… 27 Mayıs’a bile diş gıcırdatanlar, halkın içinde ve ruhunda rol oynuyorlar. Halkla uzaktan, çelebice konuşulmaz. Yanına gideceksin. Davranışınla ikna edeceksin. Yüksekten konuşmalar, uzaktan doğru sözler gibi, en hür basın yayın yoluyla da halkı uyarmaya çalışmak, bizim ülkemiz için havanda su dövmektir. Yarısı islâm dini kadar gösterişten tiksinir (“İbadet mahfi” der) bir dinin gösterişli tahriflerile, öbür yarısı Amerikan baldır bacağı ve Avrupa çıplaklarıyla dolu gazete ve dergiler halkı esrarkeş durumuna sokmuştur. En dürüst olmak istiyen tek tük gazetelerin kendileri her gün bu salgın hastalığa kurban olmaksızın yaşayamıyorlar” “ Halk yedi bin yıllık bezirgân Getto’su içine hapsedilmiş. O Getto’nun surlarını aşıp, büyük hakemin katına sözle ulaşılamıyor. Bu noktada: Halkı uyarmamız için, önce bizim uykuda gezerlikten uyanmamız gerekiyor. Bizim uyanmamız için halkı uyarmaya girişmemiz gerekiyor. Halkın bilinci de, bizim bilincimiz de tek çıkar yolun ağzına gelmiş dayanmıştır: DAVRANIŞ! Davranış yolu: Halkın ayağına gitmek, halk vicdanının kapatıldığı zindanın içine girmek, halkın yaşayışını yaşamak, alınyazısına katılmak yoludur. Ancak o zaman bizim de, halkımızın da gözü açılabilir. Tefeci-bezirgânlığımız, değirmi, kara Osmanlı sakalları, lacivert namazlık bereleri, geniş enseleri, rahat göbekleriyle, işçimizin, köylümüzün ümüğüne basa basa içinde oturuyor. Halkın vicdanı ve yaşayışı. tefeci bezirgânlığımızın babasının evi gibidir. Biz uzaktan, halka laf atmakla, okunmuş söz savurmakla oy toplayabileceğimizi ummayalım.” Kitap 3 ana bölümden oluşur. 1.Bölüm, Kıvılcımlı’nın tüm incelemelerindeki yöntemle “Meselenin Tarihçesi ve Konuluşu”dur. 2.Bölüm, “TİP’in Eleştirilmesi” 3.Bölüm, “İşçi Partisine Teklifler” 1.Bölüme, Kıvılcımlı, “ “Eleştirme silahı, silahların eleştirilmesine varmamalıdır” öğüdüne uyarak biraz konuşmak yerinde olacak gibi geliyor. Konu, Partidir: İşçi Partisi. Bugünkü dünyada, hangi biçimde olursa olsun siyasi bir Partinin varlığı başlıca iki şarta bağlıdır: 1- Kendi kendini eleştirmesi; 2- Yığınlarla bağlılık kurması.” diyerek başlar. « Eleştirme silahı, silahların eleştirilmesine varmamalıdır »: Marx, bu sözü ilk defa, 1843’de yayınladığı, “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” kitabında yazmıştır. Eleştiri silahı, bir şeyleri geliştirmek, düzeltmek için, dost bildiklerine yakın, aynı safta gördüklerine yapılır. Silahların eleştirilmesi ise karşı safta olanlara, savaştıklarına, düşmana karşı yapılır. Kıvılcımlı’nın, yazısına, Marx’ın bu ünlü sözüyle başlaması bu anlamda çok önemlidir ve daha ilk satırlarından itibaren bizlere, TİP’e yapacağı eleştirilerin, tekliflerin amacını göstermektedir. TİP’in kuruluşundan beri geçirdiği
aşamalar özetlenir. Birinci aşama, Sırf Amelecilik. TİP, ilk başta hemen hemen sırf işçilerden oluşmuştu. Modern toplumda, sırf İşçilere, küçük üretmenlere dayanan kapalı bir yapı, aktif bir siyasi parti olmaz olsa olsa tarikat olur. “ Modern toplumda durgun siyaset, yani Tarikat yaşayamaz. Bir siyasal Parti hangi sınıfın malı olursa olsun, içinden doğduğu Toplumun her zümresi, tabakası ve sınıfı ile bağlı olur. Bu ilginin elle tutulur uygulanışı: Bütün sosyal sınıf, zümre ve tabakalardan en elverişli elemanları kendi içine alıp, siyasal muhtevaca, özce zenginleşmek, evrenselleşmek, millileşmektir. Bunu yapamayan, tek bir sosyal sınıf veya kümenin elemanlarıyla daralan bir Parti, dünyaya pencerelerini tıkamış bir Tekkedir. Kısa zamanda kararır, kansızlaşır, yozlaşır, ölür. TİP’i kuran işçilerle üretmenler, bütün çabalarına rağmen Partinin, sırf işçilerden ibaret kaldıkça yerinde saydığını tarikatlaştığını, yozlaştığını, sosyal sınıflarının içgüdüsü ile sezmekte gecikmediler. Sırf amelecilik yüzünden içine düştükleri çıkmazı açıkça değilse bile, acılıkla kavradılar.” Bunun üzerine tam aksi bir aşamaya sıçradılar, ikinci aşama, TİP’in sırf İşçi partisi olmaktan çıkarak Aydınlar partisine dönüşmesi. Parti aydın akınına uğradı, sonuç olarak aydınlar partisine dönüştü. “ İşçi sınıfımızın sosyal determinizmine en uygun bir işçi Partisi nasıl olacak? Sırf AMELECİ Partiden kurtulalım derken, AYDINLAR Particiliğine düşmemek, bir uçtan öbürüne kaymamak için ne yapmalı? Besbelli TİP’liler bunu kendi kendilerine içtenlikle sormuşlar. Aralarında düşünmüşler. Aydınlar hastalığına gene aydınların ilaç bulmasını tabii görmüşler. Çivi çivi ile sökülecek… Aydınlarımızın pek kolaylarına giden bir alışkanlıkları vardır: Seçerken tenkitten çok metihten, değerden çok apoletten, insandan çok ahbaptan, arkadaştan çok, ya kul, ya efendiden hoşlanırlar. Olayları, kitapları, tecrübeleri de öyle seçerler. Önlerine bir mesele çıktı mı; seçilmiş birkaç bilgin, seçilmiş beş on kitapla altı ay istihareye yatarsa, çözülmeyecek düğümü kalmaz sanırlar. Üstelik, TİP aydınlarının kalburüstüleri avukat. Hukuk Fakültelerimiz her yıl biner biner seri hukukçu çıkarıyor. TİP tüzüğüne SAĞ DUYU ile konulacak HUKUKÇA-BİLGİNCE bir madde, akan suları niçin durdurmasın? Konulan 53. madde Parti içinde işçilere üstünlük sağlayacaktı.” Sırf İşçilikten Aydınlar partisine dönüşen TİP bu maddeyle üçüncü aşamaya geçer. “ 53. maddeyi kaleme alıp Kongreye kabul ettirenlerin iyi dilekle yola çıktıklarından kuşkulanılamaz. Maddeye şöyle uzak ve yüzeyden bakılırsa, o kitapla hayatı birleştiren Şahesere benzer. Maddenin mis gibi KİTAP kokması için hazırlandığı anlaşılan bölümü şöyle der: “Üretim araçlarına sahip olmadığı için emek gücünü üretim aracı sahiplerine satarak yaşayanlar.” Kimdir bu bir düzüne sözcükle tanımlandırılmak istenen? İşçi imiş. Açıkça İŞÇİ deniverse, olmaz mıydı? Belki İşçi Partisine girecek olanlara ,daha Tüzüğü okur okumaz ne denli bilgince işlenmiş bir örgüt önünde bulundukları gösterilerek güven vermek, üyelere öğretim gücü belirtilerek otorite sağlanmak istenmiş olacak. Yalnız, o gibi öğretim konuları, Tüzükten çok, Parti Programına ve kurullarına bırakılmalıydı. Tüzük, yalınkat işleyecek bir keskin yasa makinesidir. Ayrıca, uzun tarif, herkesin bildiği basit İŞÇİ sözcüğünü açıklayayım derken, zihinleri karıştırmaya yaramıştır. Çünkü o bir düzine sözcükten hiçbirisi, önce işçi sözcüğü kadar açık anlaşılmaz. Emek nedir? (İşgücü tutmuşken) Emek gücü nasıldır? Üretim araçları hangileridir? Bu araçların sahipleri kimlerdir? gibi bir sıra sorularla karşılaşılır. Bunlarla uğraşmak Tüzüğün işi değildir. Ondan sonra, her üretim aracına sahip olmayıp da işgücünü araç sahibine satan işçi olmayabilir. Büyük Toprak beyi de, küçük esnaf da “üretim araçları sahibi”dirler. Büyük Toprak beyine, emek gücünü ortakçı da, yanaşma da, maraba da satabilir. Esnafa, emek gücünü çırak da satabilir, kalfa da… Son tartışmalardan anlaşılıyor ki, 53.
maddeyi yazan bilginler, kapitaliste işgücünü satan işçiyi murad etmişler. Ne çırak, kalfa, ortakçı, maraba işçidir; ne toprak beyi ve esnaf kapitalisttir. Demek, 53. maddenin bilginlik çabası, işçi hedefine isabet edeceği yerde karavana yapmıştır. 53. maddenin, İŞÇİ yerine kitapça yazılmış yukarı ki cümlesi ardından, bir “VEYA” çengeli ile ona bağlı, mis gibi HAYAT kokması için hazırlandığı anlaşılan bölümü şöyle der: “Veya işçi Sendikaları yönetim organlarında görevli bulunan üyeler.” Kimdir bunlar? Sendikacılar, sendika avukatları, zaten İşçi Partisi kuruluşuna da onlar öncülük etmişlerdi. “ 53. madde: TİP organlarında işçileri “Yarı yarıya” görevlendirmek kadar meşru bir gerekçeyle, incecik “VEYA” bağcığını kullanarak, hiç işçi olmayan sendikacı ve avukatını Tüzük gereğince Teşkilata egemen kıldı. Böyle kurnaz işçi gösterisiyle organlardaki işçilerin yerleri işçi olmayanlara kapatıldıktan sonradır ki, sendikacıların da ayakları altına karpuz kabuğu koymakta güçlük çektirmeyecek bir maddeydi 53. madde. Orada açıkça SENDİKACI bile denilmiyor, teknik bir hukukçu kaydırmasıyla, “SENDİKA, ORGANLARINDA GÖREVLİ” deniyordu. Bu geniş kapıdan istediğiniz kadar girişkin işçi olmayanı TİP organlarına doldurabilir, Partiye egemen kılabilirdiniz.” 2.Bölüm, TİP’in Eleştirilmesi Tüzük bakımından eleştirme bölümünde Kıvılcımlı, ilgili tüzük maddelerini Vatan Partisi tüzüğünden örnekler vererek eleştirir. TİP’in 53.maddesi (partinin bütün organlarında görevli bulunanların yarısı) yarı yarıya işçi kotasını (ki işçi tanımlarının ne olduğu ve bu kotanın sonucunun neye vardığı yukarıda açıklandı) önerirken VP tüzüğü 2.madde “Bütün organlarda bilfiil müstahsilleri çoğunlukta görmek” der. 53.madde için Kıvılcımlı: “Bu hüküm, görüldüğü gibi hem hareketin amacı olan memleket ve milleti kapsamıyor, hem Partinin kendi içinde bir daraltma yaratıyor. “YARISI” sözcüğü çoğunluktan dardır. Eğer TİP’in bütün selameti üyelerinin asıllarına ve menşelerine bırakılıyorsa (ki öyle anlaşılıyor), neden çoğunluk değil de “YARISI” deniliyor? Bir organın yarısı bir yana, yarısı öbür yana çekerse, karar ve hareket güçleşir. “Yarı yarıya” prensibi küçük burjuva “mutlak eşitlik” anlayışına uysa bile, parti manivelasının her iki kolunu eşitleştirmekte olduğu gibi, TİP’in kaldırıcı gücünü sıfıra indirebilir. Partinin aksiyon kabiliyetini, vurucu gücünü azaltır. Şekil bu” Hiç farkında olmadan okuyup geçebileceğimiz bir iki kelimelik farkların partinin işleyişinde ne kadar önemli sonuçlar doğurabileceği, toplumun kurtuluşunu hedeflemiş bir İşçi Partisinin tüzük ve programının son derece hayati önemde olduğu bilinciyle kaleme alınması gerekliliği örnekleridir Kıvılcımlı’nın yazdıkları. Devam edelim. Yine çok yakıcı bir tüzük maddesinden örnek, üyelik koşulları. Organ dışı üye, ölü safradır başlığı altında: “ TİP Tüzüğü 4. maddesi, üyelik şartlarını dört bentte topluyor: 1- Kanunca üyelik sıfatı, 2- Başka siyasal Partiden almamak, 3- Aidat ödemek, gibi teknik şartlar bir yana bırakılırsa, TİP’in üyelerinde aradığı karakter: a) “Parti Program ve Tüzüğünü benimsemek”, b) “Verilecek Parti vazifelerini yapmayı kabul etmektir. Tüzük 53. maddesi üye çoğunluğunu organlar dışında bırakırken o şartlara uyuyor. Parti üyelerinden bir avuç adam, bütün Parti organlarını ellerinde tutacak; üye çoğunluğunun bütün rolleri ve işleri: Organlarca “VERİLECEK VAZİFE”leri yapmaktan ibaret kalacaktır. Böylesine maddeler, Türkiye’de halk yığınlarını siyasal eğitimden yoksun bırakmak amacını güden bezirgân Partilerin pek eski metotlarına aldanıldığını gösteriyor. Organ dışı üye anlayışının eksikliğini bir kıyaslamayla gözönüne getirelim. Parti nedir? Siyasal üye birimlerinden derleşik bir vücuttur. Bir insan vücudu içindeki hücreler Parti üyeleri, organlar Parti organları demektir. Canlı bir vücut içinde herhangi bir organ dışında kalacak bir hücre tasavvur edilebilir mi? Vücudun bir organı içinde bulunmayan hücre ya ölü hücredir, vücuttan atılmak üzeredir, ya bir mikroptur, vücuda girmek üzeredir yahut ameliyatla vücuttan kesilmiş bir dokudur. Ölü dokuya, kesilmiş vücut parçasına veya bir mikroba, canlı vücut bir vazife verebilir mi? Veremez, çünkü onunla arasında organik bağ yoktur yahut kopmuştur. Partinin bir organı içinde görevli bulunmayan üyesi de aşağı yukarı öyledir.
Organlarca verilecek vazifeleri kabul dahi etse, gereği gibi yapamaz. Ömrü organlar dışında, yani görevsiz geçen bir üyeye nasıl vazife verilebilir? O bu vazifeyi ne dereceye kadar başarır? Parti ile Üye münasebeti gelişigüzel, kopuntulu, kontrolü güç olamaz. Bezirgân Partilerin sözümona “ÜYE”lerle dolu bulunuşu, TİP bilginlerinin gözlerini kamaştırmasın. Bezirgân Partiler, asıl böyle üye isterler. Çünkü onlar, bir avuç imtiyazlı kişiden başkasını Parti organlarına sokup, içyüzlerini açıklamaktan çekinirler. Onlara, organlı üye değil, arasıra emir buyurulanı yerine getirecek alet, maşa, uşak lazımdır… Bir İşçi Partisine, ya üye olunur, ya olunmaz. Üye olan her Partili, Parti’nin belirli bir organı içinde görevlidir. Belirli görevi yoksa, ona Partili demek, vücuttan kesilmiş bir parça eti vücudun hâlâ canlı dokusu saymak kadar yersiz olur. Kesilen et ölür, üye canlıdır, denecek. Ölmeyen de olur; kemik bankası, göz bankası parçaları gibi. O parçalar da yaşarlar, ama, kesildikleri vücut için değil. Organsız üye de Parti için ölü değilse, canlı da sayılamaz. İşçi Partisi bir hareketin canlı Partisi olarak safra taşımamalıdır. Onun için, Vatan Partisi Tüzüğü 3. maddesinin (d) bendi, Parti üyesi olabilmek için: “Parti organlarından birine FİİLEN çalışıp, toplantılara muntazam gelmek ” şartını koymuştu.” Parti üyeliği-Siyasal Eğitim konusunda: “Sosyalizm, şuursuz çatışma ve çarpışmaların yerine insancıl eşitlik ve kardeşlik yoludur. O eşit bilinçli kardeşlik uyarısını üyeleri arasında sağlayamamış bir Parti: Sosyalist öğretim ve eğitimini becerememiş, Toplumdan önce kendi üyeleri arasında sosyalist terbiye ve ahlâkı gerçekleştirememiş demektir. Gerçekten sosyal yapılı bir işçi Partisinin baş görevi: Bütün insanlar arasında her türlü sosyal ayırtları gidermek iken, o Parti kendi üyeleri arasında henüz aydını işçiden, esnafı köylüden, kapitalisti ağadan ayrı kaplarda konserve etmeye kalkışırsa, tarihcil görevini kavramamış, skolastik pekliğe tutulmuş sayılır. Elbet işçi Partisi kendi sosyal sınıf karakterini yitirmemelidir. Sahici İşçi Partisine düşen birinci görev: İşçiyi aydın, aydını işçi yapmaktır. Yoksa hepsini geldikleri yere çevirirce dondurup, halkın deyimiyle: “Kırk yıl bir kazanda kaynasa, çervişi çervişine karışmaz”, yahut “Aynı kayanın üstüne tünemiş kırk tilki, kırkının da kuyruğu birbirine değmez” kişiler haline getirmek olmamalıdır. Parti içinde aydın-işçi vs. ayırtları yapmak, manivela çubuğunu, tam dayanak noktası üzerinde kaynaşmamış, Çatlak bırakmaya benzer. Aydınlar için ayrı, işçiler için ayrı sandığa oy atmak, manivela çubuğunun kurşunu ile bakırını tunçlaştırmamış olmanın sembolüdür. Anlıyoruz, TİP pek taze bir Partidir. Yeni üyeler arasında sürtüşmeler kaçınılmaz şey olabilir. Sürtüşmenin başlıca sebebi, aydınların da, işçilerin de siyasal bilgi ve siyasal terbiye edinmeye ne kadar muhtaç bulunduklarını ispat eder. Demek mesele yanlış konulmuştur: Siyasal eğitimsizliğin yerini sosyal şecerecilik dolduramaz. İşçilerle aydınlar arasında bir çekişme varsa, bunun çözüm yolu Parti içinde sınıf kavgası yapmakla değil, Parti üyesi seçiminde ve eğitiminde aranmalıdır.” Eleştirme Sonuçları olarak, ilk saptama İşçi sınıfına dayanmak gerekliliğidir. “ “Bana bir dayanacak nokta verin, dünyayı kaldırırım” sözü, teşkilatın millet hayatı içinde oynayabileceği rol için de söylenebilir. Siyasal Parti, millet içinde gerçekten ve gereği gibi dayandığı bir sosyal sınıf bulabilirse, ancak o zaman yaptığı milli kalkınma ve milli kurtuluş edebiyatı anlam kazanır. Türkiye İşçi Partisi, Türkiye işçi sınıfına gereği gibi dayanmazsa; dünyanın en sağlam çeliğinden yapılmış demir disiplinli bir Parti olsa (ki olamaz), Parti denilen manivela çubuğu elimizde kalmış bostan korkuluğu sopasına döner. O çubuk: övendire olur, baston olur, kimi kargı, mızrak olur: Millet bütününü kaldıracak manivela olamaz……..TİP’li aydınların, sendika görevlilerinin bilinçlerini temize çıkarmak isteriz. Ancak bildiğimiz gibi, bilinç pek ince bir zardır. Bilincin gözden sakladığı bilinçaltları, karakter etkilemekte bilince taş çıkartırlar. Aydınlarımızın eski huylarıdır: Devlet baba “Yürü yâ kulum” demedikçe, iyi saatte olsunlar “Yön” vermedikçe, yani “maaş”ın ucu görünmedikçe, köşelerinde sohransalar bile, pek meydana çıkamazlar………Türkiye işçi sınıfına dayanmak, o sınıfın en yakıcı bin bir günlük ihtiyaç ve çıkarlarını teleskopla seyretmek değil, bütünüyle Millet ve Memleket ihtiyaç ve çıkarları açısından BİLİNCE ve PRATİĞE geçirmektir. Bilince ve Pratiğe geçirmek deyince birbirinden ayrılmaz iki şey akla gelir: 1- TEORİK alanda işçi problemlerini millet ve memleket çapında işlemek, belirtmek kadar SAVUNMAYI bilmektir. 2- PRATİK alanda, o problemleri, Türk milleti kadar Türkiye işçi sınıfına da kavratmayı, benimsetmeyi ve SAVUNDURMAYI bilmektir.
Sen tezini savunursun. Bundan kolayı yoktur. Halk seninle işbirliği edip o tezi kendisi savunuyor mu?” Bezirgan partiler nasıl işliyor? “ Seçim geldi çattı mı, kapılar açılır, yapılar bayraklanır, taklar yaldızlanır, kişiler donatılıp göklere çıkarılır. Davullar, zurnalar, kamyonlar, bindirilmiş heyecan ekipleri ile yer yerinden oynar. Halk yığınlarımız, ölümlerden ölüm beğenirce, o Partilerden birine yahut ötekisine şan olsun yahut oh olsun diye oylarını attı mı idi, iş biter. Partiler Eminönü’ndeki reklam balonları gibi gökten yere indirilirler. Hacet kapılarını kendi gönüllüleri dışında herkese kapatırlar. Meclislerde kapılmış külahlar giyilip, koltuklara kurulunur. Halkın işi bitmiştir. Evli evine, köylü köyüne dağıtılır. Nesine gerek bezirgân Partinin halkı uyarmak…. Şimdi, üç aşağı, beş yukarı borsa pazarlığını kızıştırarak, büyük nimetleri gövdeye indireceklerdir. Arasıra göstermelik homurtularla kapışmaları millete tiyatro seyrettirmek, sille tokat sövüşmeleri gelecek seçime yatırım yapmak ve ortalığa gözdağı vermek içindir. Bütün o dalaşmalar, en sonunda yuttuklarını ve yutturduklarını rahatça hazmetme ve hazmettirme sessiz, sedasızığıyla taçlanır. Halk, yeniden cöngüle düşmüş çocuk şaşkınlığı ve Etiler çağından kalmış sosyal yalnızlığı ile başbaşa bırakılır” TİP böyle yapamaz, böyle amacı olamaz, halkla yan yana gelmelidir. “ Halkın içine inerek işçi sınıfı dayanağı ile siyasal terbiye alınıp verilmelidir. Halkın “tahsili”, “diploması” yoktur; ilk okulu Hayattır, Yüksek öğrenimi Siyasettir. Halkın siyaset üniversitesi kendi Siyasi Partisidir. Dünkü VP gibi, bugünkü TİP’in de kutsal görevi: “Başta işçi sınıfımız gelmek üzere, cahil, alim, köylü, şehirli… bütün değer yaratan iyi niyetli vatandaşların, tamamıyla AŞAĞIDAN GELME ve tamamıyla SERBEST (Teşebbüs+Teşkilat+Kontrol)larını… Mübarek iktisadi kuvayımilliyeciliğimizin güdücü ruhu” haline getirmektir. (Vatan Partisi; Anatüzüğü, M 2/d) Bu kutsal ödev Seçim yahut Meclis söylevleriyle yerine getirilemez. Asıl seçimden sonra, uzun seçim arası yılları geçerken, halkın ve işçi sınıfının İÇİNDE YAŞAYAN eğitici ve öğretici Parti olmakla başarılır. Bu da, kürsü sosyalizminden çıkmayı, milletin ve işçi sınıfının günlük yaşayışına ve aksiyonuna katılmayı emreder. Yoksa İşçi Partisi çarçabuk bir Dışişleri Bakanlığı veya İçişleri Bakanlığı katına dönüverir. O bakanlıkların rolleri başka, Siyasal Partilerin rolleri başkadır.” 3.Bölüm İşçi Partisine Teklifler TİP’e yapılan eleştiriler, incelemenin en başında belirtildiği gibi somut önerilerle tamamlanır. Çünkü Kıvılcımlı, tüm bu en keskin eleştirileri yaparken hep TİP’in düzeleceğinden, olumlu bir yapıya dönüşebileceğinden, İşçi sınıfı mücadelesinde önemli işlevi olacağından umutludur. En azından önerilerinin dikkate alınacağından uyarı“ Araştırmamız bize TİP’in iki büyük eksiğini gösterdi: I- TİP üyesi (ister aydın, ister işçi olsun) hep birden ve aynı derecede siyasal terbiyeye muhtaçtır. II- TİP Teşkilatı (ister işçi sınıfı, ister köylülük olsun) halk yığınları ile samimi bağlar kurmaya muhtaçtır. Bu iki derdin ilacı, daha mesele konulurken, neredeyse kendiliğinden ortaya çıkmış bulunuyor: I – TİP üyelerinin her ne pahasına olursa olsun siyasal eğitim ve öğretimleri başarılmalıdır. II – TİP teşkilatı her ne pahasına olursa olsun halk yığınlarımızın siyasal eğitim ve öğretimini başarmalıdır. Yoksa, Biçimsel Demokrasinin Seçimsel Partisi durumunda kalır. Yahut en iyi dileklerle bekler, Yeni bir 27 Mayıs gelsin de, daha geniş Sosyal haklar sağlansın diye… Daha çok bekler. 27 Mayıslar ikide bir gelmezler. Gelseler bile, Halk yığınlarımızın büyük çoğunluğu oylarını bezirgân Partilerin tekelinde dondurduğu sürece, bir üçüncü DP beklenmiş olur. Gerek İşçi Partisinin, gerek Halkımızın siyasal terbiyesi nasıl sağlanır? Elbette karşılıklı olarak: İşçi Partisi halkın siyasal terbiyesini başarırken, kendisini terbiye edecek; kendi siyasal terbiyesini başardıkça, halkın eğitim ve öğrenimini geliştirecektir. Bu zarureti önce Partinin ve teker teker her üyenin bilincine çıkarmak şarttır. İlkin organlarda (ve şimdilik organ dışı Parti üyesi gibi anormal bir kategori çoğunlukta bulunduğuna göre) organlar dışında toplantılar, kurslar, konferanslar, dergiler, broşürler, gazeteler, kitaplar ile o iki başlı meseleyi açıkça koymak ve işlemek, o meselelere herkesin düşündüğü, bulduğu çözüm yol ve biçimlerini tartışmak başta gelir. Her eğitim gibi, siyasal eğitim de, her şeyden önce personel ister (onu başaracak kişi, insan ister). İnsanlar melâike değildirler. Eğitim erleri yaşayarak çalışmak için, personele madde dayanağı ister. Biz bu iki “ister” için, hemen akla gelen çok açık ve
uygulanması kaçınılmaz teklifleri özetleyeceğiz. Eğitim personeli, İŞÇİ GÖNÜLLÜLERİ adıyla teşkilatlandırılmalıdır. (İşçi Gönüllüleri) veya başka uygun adlı eğitim erleri için para gerekir. Şehirde İŞÇİ GÖNÜLLÜLERİ, köyde KÖYLÜ GÖNÜLLÜLERİ adını alacak kadronun faaliyetlerini sağlamak üzere, bugünkü başlangıç olarak Partinin önünde iki önemli madde dayanağı var: SENDİKA FAALİYETİ, MİLLETVEKİLLERİ FAALİYETİ… Bu üç konu (Gönüllüler-SendikalarMilletvekilleri) içinde ve dışında, daha nice geniş ve derin teklifleri elbet TİP üyeleri en mükemmel biçimlerde yapacaklardır. Biz, bir hatırlatma yollu, ancak o üç nokta üzerinde düşüncemizi kısaca anlatmaya çalışalım.” İşçi-Köylü Gönüllüleri: “ Her iş için, ona ayrılmış yeterince boş zaman gerektir. Hele TİP’in önüne çıkmış bulunan, kendi üyelerini ve Türk milletini siyasal terbiyeye kavuşturmak ödevi, partiye hayatının bir tesadüfen boş kalmış parçacığını ayırabilen kişilerle yerine getirilemez. Parti işine bütünüyle ömrünü VAKIF edecek işçi ve köylü GÖNÜLLÜLER ister. Öyle bir Parti Gönüllüleri çekirdeği Teşkilatta doğarsa, Partinin iç işleri gibi, sosyal sınıf dayanağı ile münasebeti ve milletin siyasal eğitim ve öğretimi de gereği gibi yürütülebilir. İşçi Gönüllüleri de herkes gibi yer, içer, erkekli, dişili, çoluklu, çocuklu olacaklardır. Onları beslemek, yani açlıktan öldürmemek icap eder. Ne denli ülkücü olurlarsa olsunlar, İŞCİ-KÖYLÜ Gönüllüleri asgari geçim endeksine uygun ücret ve faaliyet ödeneği almazlarsa, ölürler.” Peki bunları sağlayacak kaynak nereden bulunacak? “İşçi Partisinin, bezirgân Partilere has geniş gelir kaynakları yoktur ve olamaz, olmamalıdır da. Yalnız sınıf teşkilatları ve kendi üyeleriyle sempatizanlarının yürekten bağışları ve fedailikleri vardır. Sınıf teşkilatı olarak: sendikaları, fedakârlar olarak: şimdilik TİP Milletvekillerini ele alabiliriz” İşçi Sendikaları: “ Türkiye’de bugün bir sendikalar meselesi yok, bir sendikalar faciası vardır-. Sağlı, sollu Devletçilerimizin o başarılarını kimse inkâr edemez; Sendikaları da devletçiliğimizin tıpatıp kopyası yaptılar. Sendika, Devlet içinde özel bir Devletçilik oldu. Bir yol Sendikaya yazılan işçi, ömür boyunca sendikanın “tebaa” sı durumuna giriyor, uygunsuzluk görüp çıktığı zaman bile sendikaya “dayanışma aidatı” adıyla vergi ödemek zorunda kalıyor. Sendika aidatını ,işçinin kendi eliyle vermesine müsaade edilmiyor. Devlet baba, Sendika yavrusunu kendisine benzetmekle kalmamış, kendisinden daha nazlı tutmuştur. Devlet yılda iki öğün vergi alır. Sendika her ay başı alacağını (tahsil masrafına ve zahmetine bile katlanmaksızın) hazırca kesilmiş, biçilmiş olarak cebinde bulur. Toplanan aidat, ya süslü salonlarda gösterişli bir iki nutuk atılarak ele geçirilir; yahut iki yılda beş on kişi ile “Genel Kurul!” denilen bir alicengiz oyunu tertiplenir, danışıklı döğüş zabıtlar tutulur; tamamıyla hazır yiyici, tamamıyla işçi sınıfına kazık atmakla görevlendirilmiş, sendikacı adlı yeni bir zümre vurgunculara yem olur… Emekçi yığınları, sendika gangsterlerinden kurtarıldıkları gün, İşçi Partisini halk daha yakından tanıyacak, ayrıca da, manen ve maddeten hiç umulmadık ölçüde dayanaklar doğacaktır. Yalnız maaş olarak ayda 2000 lirayı kesmeden kılını kıpırdatmayan işçi vurguncuları yerine, İşçi Partisinin gönüllüleri 500 liraya hizmet etseler neleri eksilir? TİP saflarında yığınla işsiz ve yarı işsiz aydın ve işçiler sinek avlıyorlar. Sendikalarda, işçi sınıfımızın işleri tepesinden aşıyor, yapan yok. Bu iki uç neden birleşmesin? Neden hem aldatılan masum işçi sınıfımıza, hem kendilerine bu küçük ekonomik iş teşkilatlarında yararlı olunmasın? Ancak Sendika işinde. ama fedakârca gösterilecek başarılardır ki, Halkla Aydınlar, İşçi sınıfı ile İşçi Partisi arasına gerilmiş duran ezeli DEMİR PERDE’yi yırtabilir.” İşçi Milletvekilleri: “ 1- TİP Milletvekilleri, maaşlarının “Orta Hayat Endeksinden yukarı” olan bölümünü, doğrudan doğruya İŞÇİ GÖNÜLLÜLERİ FONU’na yatırırlar. 2- Onbeş Milletvekilinden her biri, şimdiden kendilerini İŞÇİKÖYLÜ GÖNÜLLÜSÜ ilân ederler, ve yasama görevlerini engellemiyecek, bilâkis bileyecek biçimde TİP Gönüllüleri safında, her türlü millet hizmetine hazır kuvvet olduklarını belirtirler. 3- Orta Hayat endeksi kadar gelirin, Milletvekilliği ve İŞÇİKÖYLÜ Gönüllülüğü görevlerini aksatmaması için, TİP Milletvekillerinden dileyenler topluca, dilemeyenler ayrı ayrı, bulundukları yerin en lüks otel ve apartmanlarında değil, GECEKONDU semtinde, komşuları seviyesinde barınıp geçinme erdemine erişirler.
Bu basit üç tedbirle, her ay TİP Milletvekilliği maaşlarından en az 34-40 bin lira kadar bir İŞÇİ GÖNÜLLÜLERİ FONU doğar. Bugünkü TİP kadroları içinde, yerine göre 400 lira maaşla İŞÇİKÖYLÜ Gönüllüsü işine kendini vermeye hazır yüzlerce üye muhakkak bulunur. Onlar arasından seçilecek 100 kadar aday, hemen (işçi veya aydın şeceresine bakılmaksızın) zekâsına, karakterine, girişkinliğine göre elenerek sıkı ve koyu bir (TEORİK- PRATİK) öğretim ve eğitim sistemine sokulur. Öğretmeni nereden bulacağız dememeli, Medrese açmıyoruz. Fodlacı, yahut goygoycu yetiştirilmeyecek. İşçi-Köylü gönüllülerinin hemen girişecekleri iş PRATİK FAALİYET’tir. Ondan sonra bu pratik faaliyetle edinecekleri bilgi ve tecrübeleri karşılıklı olarak değiş-tokuş edecek olanlar da, gene gönüllülerin kendileridir. Hepsi de, sistematik faaliyetleri sırasında birbirlerini ve kendi kendilerini öğrenci-öğretmen yerine koyup eğ iteceklerdir. Günlük yaşama masrafları İşçi Partisi tarafından sağlandığı için, günün sekiz saat uyku dışında 14-16 saatlerini gönüllülük işine vereceklerdir. Böylece bir kişi, en az üç kişinin, yerine göre on, yüz kişinin verimini sağlar. İşçi-Köylü Gönüllüleri, Partinin her yerde hazır, nazır, aylak zamanlı, aktif sorumluları olurlar. Kafalarının içi ve ruhları gibi, bedenleri ve dış giyim kuşamları da basit, sıhhi ve tutumlu işçi ve köylü örneğinde gelişir.” Daha sonraki bölümlerde Kıvılcımlı, İşçi-Köylü Gönüllülerinin çalışma yordamlarını, Köy ve Şehir planlamaları olarak gayet ayrıntılı rakamlar vererek sanki sahada pratik olarak çalışmışçasına rapor olarak yazar. Yani teklifi yapıp geri çekilmez. Sunduğu öneriyi somutlaştırır, köy bazında, il-ilçe bazında, bölge bazında. Son paragraflar… “ Son yıllar, Türkiye’nin yaratıcı alın teri yerine, bahşişle sadakaya bakan yaltaklanmayı geçirecek bir “Turizm” manisi tutturuldu. Bayağı bezirgân çıkarcılığı biçiminde öne sürülen “İÇ TURİZM” eğilimi, yurtseverlik, halkseverlik, işçi ve köylüseverlik Turizmi biçiminesokulmalıdır. Türkiye’yi kurtaracak turizm budur. Büyük şehirlerin gecekondu varoşları, bir ayağı köyde, kasabada yerli ve kendiliğinden “turist”leşmiş işçilerle doludur. Hepsi de her an, en gönüllü ve tabii köy konuklarıdırlar… Bütün o saydığımız ve sayılamayacak kadar çok imkânlar, kanallar ve insanlar, halka, köye ışık götürüp, halktan ve köyden problem getirecek yönde gelişebilirler. Müstebit Saltanat ,cahil goygoycularla köyü kasabayı ve şehri avucu içine almıştı. Şimdi, emperyalist casus teşkilatları sözde “BARIŞ GÖNÜLLÜLERİ” adlı ajan zincirleriyle çekirge sürüleri gibi köylerimize dalmış bulunuyorlar. Bezirgân ve tefecilerimizle onların adamları da o gibileri halka şirin göstermek üzere, “Turist para getirecek. Turist altındır” diye yaygın ve inanılmaz propagandalar yapıyor. Gerçi o gibilerin arkalarında güvendikleri Amerikan doları bulunabilir….. İşçi Köylü Gönüllülerinin sönmez yurt sevgisi, ölmez insan saygısı er geç üstün çıkar. Yukarıki işler, İşçi Partisinin Meclisteki görevini aksatmaz mı? Millet Meclisi halka çağrı yapılacak en yüksek kürsüdür. Onu ihmâl etmek konu edilemez. Yalnız, çok yükseklerde söylenenler, her zaman en iyi işitilen, hele en iyi anlaşılan sözler olamaz. Onun da yeri vardır. Her şey o değildir. Mecliste atılan nutukların dinlenilmesi ve anlaşılması için, tabanda çalışmak gereklidir. Yüzlerce koltuklu ve o denli “arkası kuvvetli” C.H.P’yi takmayan bu Parlamento otomatizmi ortasında, acep 15 T.İ.P.li’den 14’ünün Büyük Millet Meclisinde komisyondan komisyona dolaşmaktan başka ne işleri vardır? Ötekiler kalabalıktırlar: birbirlerine boy ve gövde gösterisi yapa dursunlar ara sıra milletin anlamadığı havada, Frenkçe veya Öztürkçe sözcüker döktürmektense, Türk Milletinin yanıbaşında varolmak daha önemlidir. Tekliflerimiz, işçi ve köylü yığınlarımızın sosyal hayatlarıyla ilgilenme yolunda birkaç işarettir. Bu yönde Parti organları ve Toplantıları harekete getirilir ve işletilirse, tekliflerin kanevasından çok daha değerli ve yararlı bin bir girişkinlik ortaya çıkar. Elli, yüz gönüllü olmamış, on gönüllü ile de işe başlanabilir. Altmış üç İl Merkezi yerine saydığımız 13 Semt merkezinde çalışmaya belirli prensip, plan ve haritalarla girişmek, alınan sonuçları, günü gününe bütün üyelere yaymak ve yapılacak iş olarak sunmak, Parti içinde yarışma duygusunu uyandırır. Plânlı ve olumlu iş alanı bulan üyeler, kapalı kutu odalarda, makale okur veya dinlerken uyuklamaların yahut dedikodu kaynatmanın yersizliğini birbirlerine daha iyi öğretirler. Parti içine gizli maksatla sızmış bulunanlar da, pratiğin kriteryumu altında “yüzük taşı” gibi açıkta kalıp ayırtedilirler. Parti tartışmaları, sonuçsuz, yorucu spekülâsyon veya
medrese dogmatizminden kurtularak, objektif konkret fikir ve hareket temelleri üzerine oturur. Kaplumbağanın kabuğu kırılır. O zaman, bütün üyeler için: “Hodri meydan!” denilir. Organların kaçta kaçını aydınlar mı, yoksa işçiler mi tutmalı? gibi gerçekliğe çapraz bakan uydurma sözde tartışmalar kendiliğinden gülünçleşir. Ak koyun, kara koyun İŞ üzerinde belli olur. İşi yapan kimse, ister aydın ister işçi olsun, üyelik görevini hakkıyla başarmış yiğittir. Organlara seçilme, aksiyon ve sorumluluk yetkilerini zekâsını kullanarak, bilgisini arttırarak, tecrübesini bileyerek, bıçağı hakkına elde eder. Karın doyurmaz, dişe dokunmaz kitapçıl veya duygusal nutuk atmalar heveslilerinin kursaklarında kalır-. Halk yığınlarımızla gerçek temasın genişlettiği pratik ve teori, açılacak kursların, gece okullarının, yapılacak yayınların daha canlı ve eleştirici olmalarını ve anlaşılmalarını sağlar. Zihinler, ezberlenmiş ilk okul alfabesini andırır formüllerden, sosyal hayatın, siyasal savaşın cebr’i âlâsına yükselir. Modern parti faaliyeti, hep bir ağızdan “HU!” çekmeye yarar tekke âyinlerinden, medrese ulemâlığından yakasını kurtarır.”
Yararlanılan Kaynaklar
1- Fuat Fegan, Dr. Hikmet Kıvılcımlı Bibliyografyası, Murat Matbaacılık, Istanbul, Ocak 1977, s.57, 77
2- Sadık Göksu, Kıvılcımlı Yazılar, El Yayınevi, Mart 2006, s.286, 303, 307, 555
3- http://kiyiedebiyat.blogcu.com/calti-3-atardamar-soylesiler-celalkaraca/3545749
4- Fuat Fegan, Dr. H. Kıvılcımlı Arşivi, Yurtdışı Kataloğu (IISH), s.12
5- Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Halk Savaşının Planları, Derleniş Yayınları, Üç Kitap Birarada, 2.baskı, Ocak 1978, s.119
6- H.K.-Arşiv (IISH), s.7
7- IISH Folder 135
8- Uyarmak için Uyanmalı Uyanmak için Uyarmalı-Köksüz Dijital Yayınlar-Internet. Yazıdaki alıntılar bu yayından alınmıştır.
9- Internet
Ekler
1- Çaltı Gazetesi, 31 Ocak 1966, sayı 146 (İnternet)
2- İkinci Basılışa Acı Bir Giriş, ilk sayfanın orijinal daktilo sayfası (IISH-Folder 135)
3- Ön kapak, 2.baskı 1970 (İnternet)
Notlar (*) Çaltı Dergisi: 1963-1966 arası Samsun’da, Eczacı Oğuz Koyutürk tarafından toplam 176 sayı yayınlanan gazete. Oğuz Koyutürk, o dönemde aynı zamanda TİP samsun il sekreteri. Çaltı ismini, Samsun Terme’deki Çaltı Burnu’ndan alıyor. Ayrıntılı bilgi kaynakçada verilen internet sayfasından, Oğuz Koyutürk ile yapılan röportajdan okunabilir. Röportajdan kısa bir bölüm: “ – Çaltı’nın kütüphanelerden fotokopileri alınıp ciltleniyor, kitaplarda kırk yıl sonra da yer alabiliyorsa, bu, Çaltı’nın yerel gazete kimliğini aştığını gösteriyor. Çaltı’ya yapılan baskıların nedeni de bunlar değil mi zaten? —Özellikle Samsun İl Sağlık Müdürlüğü’nden çok baskı geldi bana. —Daha çok da Dr. Hikmet Kıvılcımlı yazmaya başlayınca arttı sanırım. —Evet, Kıvılcımlı yazmaya başlayınca arttı… “