KUVAYİMİLLİYECİLİĞİMİZ VE İKİNCİ KUVAYİMİLLİYECİLİĞİMİZ
“Kuvayimilliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz” adıyla, Kıvılcımlı’nın sağlığında basılan bu kitap (TMY-Tarihsel Maddecilik Yayınları, Istanbul, 1965, 64+40 s.), daha önce yayınlanmış olan “Kuvayimilliyeciliğimiz (Gerekçe)” kitabı (Vatan Partisi Yayınları, No:II, Istanbul, 1957, 40s.) ve MBK-Milli Birlik Komitesine yazılan “İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz (M.B.K.’ne İki Açık Mektup)” ile birlikte yayınlanmış.
Birinci kitap, “Gerekçe”yi, Kıvılcımlı, 1 Mayıs 1954’de kaleme alıyor ve ancak 1957’de bastırabiliyor. (Kitabın önsöz tarihi 15 Ağustos 1957) Kıvılcımlı’nın tüm yaşantısında tanık olduğumuz maddi olanaksızlıklar 60’lar da da sürüyor. “M.B.K’ya Birinci Açık Mektup”, 6 Temmuz 1960’da, “M.B.K’ya İkinci Açık Mektup”, 10 Temmuz 1960’da yazılıyor, kitap olarak ancak 1965’de basılabiliyor, baskı, 1957’de basılan “Kuvayimilliyeciliğimiz (Gerekçe)” de eklenerek ikisi bir arada “Kuvayimilliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz” adıyla yayınlanmış oluyor.
Özellikle, Milli Birlik Komitesi-MBK’ya açık mektupların yazılması, iletilmesi, o dönem MBK ile yürütülen ilişkiler konusunda 1955’lerden itibaren Kıvılcımlı’nın yanında olan, VP’de birlikte çalışan Suat Şükrü Kundakçı’nın anıları önemlidir. Suat Şükrü Kundakçı, gerek 2005’de TÜSTAV Yayınlarınca yayınlanan “Bir Ömür Bir Sohbet” adlı anılarında gerekse de çeşitli gazete ve dergilerdeki röportajlarında konuyla ilgili tanıklıklarını paylaşmıştır. Ayrıca bildiğimiz gibi, Kıvılcımlı’nın 1956’da yeni bir Anayasa hazırlanması çağrısı üzerine kaleme aldığı Anayasa (Teklifi) adlı çalışmasını, 27 mayıstan hemen sonra Temmuz 1960’da Suat Şükrü adıyla yayınlar ve MBK’ya sunar.
Konuya girmeden önce hemen belirtelim ki Kıvılcımlı tüm yazılarında, çalışmalarında, eserlerinde olduğu gibi inceleyeceğimiz bu eserde de rakamlar, istatistikler, alıntılar yaparak analizlerini yapar. Dönemin yerli yabancı gazeteleri, haber ajansları, istatistikleri, Meclis tutanakları, en çok sıklıkla başvurduğu kaynaklardır. (Cumhuriyet, Vatan, Yeni sabah, Dünya, Ekspres, AP, Times, Yıllık istatistikler, 1935, 1948, 1955, 1958, 1959)
Kuvayimilliyeciliğimiz (Gerekçe)
1954’de yazılıp ancak 1957’de yayınlanabilen bu kitap, Kıvılcımlı tarafından, Vatan Partisi’nin kuruluş gerekçesi (VP,29 Ekim 1954’de kurulur) olarak kaleme alınmıştır.
Kıvılcımlı, “Gerekçe” nin, 15 Ağustos 1957 tarihli Önsözünde şöyle yazar: “Bu kitapçık 1954 yılı, pratik bir maksatla kaleme alındı. Maksat: Birinci Kuvayi Milliye hareketinden çıkacak derslerle, ikinci bir ekonomik Kuvayi Milliye lüzumunu belirtmekti. Birinci Kuvayimilliye Seferi: Topluluğumuzu boğan iç ve dış̧ tesirli TEFECÎ-BEZÎRGAN kabusuna karşı idi. İkinci Kuvayimilliye Seferi: Aynı kabusa karşı, toprak reformu ve ağır sanayi temelleri üzerinde, modern halk teşebbüs, teşkilat ve kontrolü altında, ekonomik, içtimai [sosyal] kalkınmamızı millete mal etmekti…
Eser, Vatan Partisine fikir zemini oldu” Program Gerekçesinin girişinin ilk satırlarından: “Korku, hiçbir hastalığa ilaç değildir. Bilakis, her illetin başı korkudur. Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense, ölmek daha iyidir……
Vatan Partisi, inançlarında iliklerine kadar samimi insanların topluluğudur.
Siyasette “YAPTIKLARIM” ile konuşulmaz, “YAPACAKLARIM” aranır. Vatan Partisi, yapılanlar üzerinde, yapılacak şeylere pratik faydası bakımından duracaktır. Olanlar olmuştur, yapacaklarımıza bakalım.”
İlk olarak CHP’nin daha ilk döneminden, Kuvayimilliye günlerinden itibaren dayandığı, destek aldığı sosyal tabakalar, sınıflar incelenir, iki ana üst tabaka-zümre analiz edilir. CHP, bir yandan bunlara dayanmakta öte yandan ise Kuvayimilliyecilerin ilk günden beri karşılarında olan bu güruhla baş etmeye çalışmaktadır.
1-Kodaman Şehir Bezirganlığı
Büyük merkez şehirlerin büyük tüccarları, bezirganları. Dış güçler özellikle Amerikan mandası yanlısı idiler. Kodaman şehir bezirganlığı, milli sanayinin kurulmasından ziyade, yabancı firmaların temsilciliğini yapmakla geçiniyorlar
2-Taşra Hacıağalığı
1.Evren Savaşında, savaşın sağladığı olanaklarla bir hayli gelişmiş, palazlanmış, taşra hacıağaları. Bu zümrede, dış güçlere dayanmak gerektiği görüşünde. Diğerlerinden farklı olarak İngiliz mandasını uygun görüyorlar. Modern kalkınmadan ziyade, Asyalı tefeci bezirgan vurgunculuğunu ve derebeyi gericiliğini savunuyorlar.
Her iki grup da halka ve özgürlüğe inanmıyorlar çareyi yabancı kuvvetinde arıyorlardı.
CHP asıl dayanması gereken halk yığınlarına dayanmayıp, bu iki zümreye hem dayanıp hem karşı durmak durumundadır. “Büyük şehirlerin yabancı nüfuzuna kapılmamasını, taşra ağalarının derebeyivari irticaa kaymamasını istiyordu. Lakin, muvakkaten içine indiği geniş̧ halk yığınlarına cahil ayak takımı diye yukarıdan bakmayı öğrenmişti. Böyle bir partiye, DİKTATÖR’lükten başka idare tarzı kalmıyordu.
CHP, hem dayandığı halde güvenemediği eski idareci zümreleri diktatörce idare etmek zorunda kalıyordu; hem de asıl güvenilecek halk yığınlarına dayanmamak yüzünden, cemiyet içinde temelsiz ve muallakta kalıyordu. Buna çare bulmak için, irtica tepkisine denk bir kuvvet sağlamak icap ediyordu. Bu kuvvet: Diktatörlüğü ayakta tutacak, eski zamanın aylıklı askerleri gibi, siyasete karıştırılmayana memurlardan mürekkep bir Devlet teşkilatı oldu.
CHP, “DEVLETÇİLİK” bu idi.”
“ Evvela-Yalnız, bütün münevverleri memur yapmakla kalmayıp, şöyle alfabe kekeleyenleri bile kapıcı, bekçi ve ilh. şeklinde devlet ücretlisi durumuna sokmak ve sonra, hepsine birden: “Eller yukarı! Kafalar aşağı!” kumandasını vererek, siyasetle uğraşmayı yasak etmek nedir?
Biz bu toprağın çocuğuyuz. Hepimiz pekala görüp duruyoruz ve bilip yatıyoruz: Siyaset yasağı, yalnız küçük memur ve müstahdem kalabalığına mahsustur. Yüksek memurlar, büyük rütbeli askerler iktidara geçenlerin siyasetine mükemmelen katılırlar. Küçükler de ister istemez bindikleri arabanın şarkısını söylemekle geçinirler. Yani o siyaset yasağı tek yanlı kalır.
Ona rağmen, bir memleketteki münevverlerin kütle halinde siyasetten uzak tutulması, Cengiz Han devrinde, Hülâgû emriyle hoşa gitmeyen alimlerin toptan kellelerini uçurma tedbirinden farksız değil mi? Görülmedik bir obskürantizme, kara cahillik taassubuna varmaz mı? Tâ, medeniyetimizden yirmi dört asır evvelki Yunan filozofu Aristotalise göre bile, insan bir “Zoon politikon” (Siyasi Hayvan) dır. Hele münevver bir insanın “siyasi”liğini kaldırırsak, ondan geriye ne kalır? “Zoon-hayvan”!
Demokrasi, vicdan, fikir, tenkit, siyaset ve hareket hürriyeti ve hakkı demektir. Bir memleketin manevi hazinesini temsil eden münevver zümrelerini baştan başa memurlaştırmak bile, onları geçim zoruyla kıskıvrak aynı arabaya bağlamaktadır; araba saltanat arabası da olabilir, zafer veya diktatör arabası da, hatta “Demokrasi” arabası da. Çok fark etmez. Aynı insanların başları üstüne, demoklesin kılıcı gibi, bir de siyaset yasağı asılırsa, demokrasi hak ve hürriyetlerini kim, ne cesaretle ağza alabilecek?”
Kıvılcımlı rakamlar verir, Memurlaştırmaya. 1926 yılı 34 bin, 1948 yılı 305, 1953 yılı 340 bin. Bu rakamlara ordu mensupları, subaylar dahil değildir. (Bugünden bir örnek, 2016 sonu, 2.5milyon civarı memur. Ordu mensupları dahil yaklaşık 3.5 milyon. 2017 rakamlarına göre bütçe harcamalarının %30’u personel masrafları. Bu bilgiler Google dan, güvenilirliği bilinmez daha ayrıntılı incelenebilir) Dönemin Memur masrafları ise, bütçenin 1920’de %8, 1938’de %16, 1948’de %40 ını tutuyor. Kıvılcımlı bu noktada gittikçe pahalaşan devlet, kırtasiyeciliğe boğulan bürokrasiye dikkat çekiyor.
İktidarda kalmak için her yol denendi, ama çöküş başlamıştı. Tefeci-bezirgan zümreleri ise iktidara gelmek için:
“Bu uğurda, her nabza şerbet vermek farz bilindi. Kim ne isterse (hayır) denmedi. Yeter ki iktidara gelinsindi. Zaten iler tutar yeri kalmamış̧, tenakuzlar içinde bocalayan, dayanmak istediği dış̧ desteklerden de itimatsızlık ve (artık yeter) istihlafı [değiştirme, yerine geçirme] ile karşılanan C.H.P., tarihteki meşhur “ayakları kilden dev’e benziyordu. Bir hak rahmeti, halk rahmeti bekliyordu, temelinden eriyip, iktidardan yıkılıp gitmek için. C.H.P. siyaseti, heybetli fakat için için çürümüş̧ ve bizzat içindekiler tarafından suikastla kundaklanmış̧ bir kof, köhne, ahşap saray gibi yanıyordu. O korkunç gösterişli kaleye milletin oy elini kaldırıp parmakla dokunması yetti, arttı. C.H.P. iktidarı küf ve toz bulutu içinde, kimsenin merhametini uyandırmaksızın, iskambilden şato gibi devriliverdi.
DP’nin 1950 zaferi gerçekleşti.”
Modern bir devlet kurma iddiası ile yola çıkılmıştı, en pahalı devleti kurdular. CHP, tek parti diktatörlüğü, adım adım DP’nin iktidara yürüyüşü, CHP’nin çöküşü, DP iktidarının hazırlanışı anlatılır. CHP gider DP gelir. Tek parti dönemi biter çok partili sisteme geçilir. CHP’nin önce dayanağı sonra çöküşünü hazırlayan, şimdi de DP’nin dayanağı olan bu iki güç, üstüne üstlük bir evren savaşı daha geçirilirken yine savaşların tüm nimetlerinden faydalanmış iyicene semirmişler güçlenmişler olarak sahnededirler. Bu kez soygunlarını egemenliklerini DP iktidarıyla sürdürmektedirler.
“DP liderlerinin şahsi dilek ve iyi niyetleri ne olursa olsun, kapitalizmden öncesine ait Osmanlı artığı (pre-kapitalist) zümrelerimizin, iktidar değişikliğinden anladıkları mana: Bir çeyrek asırdır baskısını duydukları CHP (Vesayet)inden kurtulmak, memleketi, “kayıtsız şartsız” tefeci-bezirgan eli ile gütmekti. Çünkü bu zümreler, otuz yıl evvel Kuvayi Milliyeciliğin zılgıtı önünde, memleket istiklaline karşı işledikleri günahın ağırlığından korkup susmuşlardı. Amma, Birinci Cihan Harbi’nin vurgunculuğu sayesinde türemiş̧ harp zenginliğinin torunları idiler. Onlar, İkinci Cihan Harbi’nin vurgunculuğu sayesinde yeninden görülmedik bir ekonomik ve sosyal kudretle kazıklaşmıştılar. Onlar, büyük şehirlerin göbek bağları yabancı firmalarına bağlı kodaman bezirganlarıydılar. Onlar, göbek bağları ortaçağ̆ müesseselerine bağlı taşra hacıağalarıydılar. Onlar için parti ve prensip yoktu; yalnız, aşırı kazanç ve dizginsiz vurgun vardı. Halk partisinin daralan kabuğunu çatlatmışlardı. Gömlek değiştirir gibi parti değiştirebilirlerdi. En kuvvetli oldukları bir zamanda, elbet DP’nin kara gözleri için, Demokrat liderlerin hatırları için, menfaatlerini feda edemezlerdi. Hürriyet, adalet, müsavat [eşitlik] gibi halk hoşnutsuzluğunu çevirmeye yarayan demokrasi mefhumları uğruna kendilerini kurban edemezlerdi.”
Kıvılcımlı, DP döneminin ekonomide yaptıklarını, dönemin İstatistikleri (1935, 1948, 1955 vs..) karşılaştırarak inceler. Ayrıntılı örneği DP iktidarının meşhur Traktör hamlesinden verir. Traktör ithalatlarını, buğday ihraçlarını, bunların sosyo-ekonomik sonuçlarını, arkasındaki gerçekleri detaylı olarak yorumlar. Gümrük kapıları açılır, Liberasyon adı altında ülkedeki emekçinin, çiftçinin, köylünün alın teri dışarıya en ucuz fiyattan peşkeş çekilirken (ihraç) yabancı mallar en pahalısından (ithalat) ülkeye sokulur. 40 bin köye 40 bin traktör.
“ Bildiğimiz gibi, ihracat demek, dünya pazarında rekabet demektir. Buğdayımızı yabancı memleket hatırımız için almaz; herkesten ucuz verirsek alır.. Buğdayımızı herkesten ucuza satabilmek için, herkesten ucuza mal etmemiz gerektir. Traktörle üretimin ucuza mal olması için birçok şartlar yerine gelmelidir: Evvela traktör ve öteki makineler ucuza gelmelidir. Dünyada hayat seviyesi bizimki kadar düşük az memleket varken, Dünyada bizim kadar pahalı traktör ve makine alan başka bir memleket var mı, bilmiyoruz. Traktörü altınla tartıp memleketimize soktuktan sonra bakımlı ve tutumluca kullanmak lazımdır. Bunun için de, memleket ölçüsünde sistemli teşkilat, bilinçli personel ister. Traktör bezirganlarına yüklenen tamirhane mecburiyeti lafta kaldı. Köylerimiz basında çıkan haberlere göre “traktör mezarlığı” haline girmeğe başladı.
Öte yandan buğday ihracı iç pazarda buğdayı pahalılaştırdı. Pahalı buğday, fakir köylü için felakettir açlıktır. Planlı bir ekonomik modelle ülkeye girmeyen Traktör, köylülerin otlaklarını, meralarını, nadasa bırakılması gereken verimli topraklarını tarlalaştır dı. Mademki traktör girdi sürelim gitsin her yeri dedi gözünü aşırı, kolay, bedavadan kazanma hırsı bürümüş büyük toprak sahipleri, taşra hacıağaları, bezirganları. Kodaman şehir bezirgânlığı ile taşra hacıağalığının elbirliği ve açık menfaat birliği …
Sonuç: “Demek çorak yeri imar etmemişiz; köylerin otlaklarını sürüp tarlaya çevirmişiz (köylünün nefes borularını tıkamışız; şehirlinin et, yağ̆ vs. kaynaklarını daraltıp, yiyecekleri pahalılandırmışız!)…..Traktörlü büyük üretim, karasabanla etkinciliği rekabeti ile ezer, sanayide olduğu gibi, ziraatta de büyük balık küçük balığı yutar…. O zaman toprağını satmaktan veya bırakmaktan başka çare kalmaz. Bugün şahidi olduğumuz; köylerden şehirlere işsiz insan akını artar. Bir kelime ile: Köyün binde üç kişisi lehine, binde 997 kişisi tedirgin olur ve eski tefeci hacıağalar sadece modern büyük arazi sahibi haline gelirler.”
Mesele basit bir Traktör düşmanlığı, Makinalaşma düşmanlığı değildir. Ziraatın makinalaşması gayet olumlu bir gelişmedir der Kıvılcımlı. “Ziraatın makineleşmesi niçin olur? Zirai mahsullerin çoğalması için, zirai mahsullerin çoğalması neden istenir? Türk milletinin daha bol ve rahat geçinmesi için. Yani hedef, milli refah ve halkın hayat seviyesini yükseltmek olmalıdır.” Bizde nasıl olmuştur, neticeleri nelerdir diye sorar, buğday ihracını örnek verir. Kimin yararına olmuştur son tahlilde, büyük arazi sahibi bezirganların. İşin zararı da halkın sırtına. Dönen dolaplar, oynanan Ali-Cengiz oyunları, pahalı al ucuza satmış gözükerek döndürülen kambiyo-döviz oyunları … (Ayrıntılı olarak rakamlarla, çizelgelerle açıklar, kitaptan okunabilir s.30)
Kıvılcımlı buraya kadar yaptığı açıklamalardan sonra, işveren kanadı ile yükselmeye ve ilerlemeye inanmadıklarını belirtir ve ülkeyi işçi sınıfının idare etmesi gerektiğini, bunun sebeplerini açıklar. Sözü edilen Vatan Partisi’dir. Sorduğu soruya cevap verir: “Neden Vatanımızı yükseltmek için, işçi kanadını başa geçirmek istiyoruz?”
Teorik Sebep: Avrupa’da büyük sanayinin gelişmesiyle artık eski, ortaçağlardan kalma Mutlak sömürü (İşçilerin, çalışanların en ilkel, en acımasız, en ağır koşullarda çalıştırılması ve bunun sonucu istenen verimin alınamaması) metodu yerine İzafi sömürüye(makinalaşmayla, artan verimle, daha hak-hukuk, daha insanı şartlarda çalıştırılma, artan verim) geçilmiştir. Kıvılcımlı bu durumu güzel bir deyişle özetliyor: “Mecellenin vecizesi toplum için dahi doğrudur: “Bir şey dıyk oldukta, müttesi” olur [çok ezilen şey çabuk patlar.]…..
Türkiye sanayinde mevcut kanunlara rağmen, mutlak sömürü usulü, hayatta bir türlü kalkmadı. Çünkü, memlekette henüz tefeci-bezirganlık geleneğine dayanan hacıağa zihniyeti, sınai işletmeciliğimize hakimdir.”
Kanunlara göre izafi sömürü dense bile, getirtilen makinalara rağmen, fiiliyatta hep mutlak sömürü kaldı. Makinalar bir köşede yattı, alçak işçi ücretleri-uzun çalışma saatleri sarmalı bir türlü kırılamadı. Hep daha karlı geldi işverenlere.
“Gerçekte, mutlak sömürü usulü yalnız kitapta değil, hayatın kendisinde de kalkmadıkça, yalnız ekonomik hayatta değil, umumi, sosyal münasebetlerde, kültürde, ahlakta, ibadette, görenekte, gelenekte meş’um [uğursuz] bir illet sayılıp yok edilmedikçe, vatanımızın Avrupa ile at başı gidecek bir makineleşme temposuna kavuşması imkansızdır.”
İşçi sınıfı için İstiklal ve Cumhuriyet’in önemine değinir Kıvılcımlı.
“İşçi sınıfı için İstiklal ve Cumhuriyet bu derece keskin ve açık bir muadeledir [denklem]. Türkiye’de başka hiçbir sınıf ve zümre için İstiklal ve Cumhuriyet: Her günlük EKMEK meselesi, bütün ömürlük HÜRRİYET meselesi değildir. Ancak milli sanayimiz gelişirse, işçilerimiz rahat ekmek yiyebilirler. Ancak irtica vatanı derebeyice maceralara sürükleyemezse, işçilerimiz barışçıl bir hürriyet içinde yaşayabilirler. Bezirgan ellerde yabancı sermaye: Kazancımızın kaynağını, irtica: Ruhumuzun çiçeğini sömürür. İkisi birleşti mi? Maddi geriliğimiz: İşsizlikle yoksulluğu, manevi geriliğimiz: Ecnebi hayranlığı ve sömürgeleşmeyi getirir. Onun için, şu yirminci asrın ortasında ve şu dünyanın ortası sayılan ülkemizde, işçi sınıfının vatanseverliği herkesinkinden gerçek ve üstündür.
Türkiye işçi sınıfı, milletimize öncü olmaya yetkili midir? Evet……
Türkiye’nin bütün doğum sancıları, işçi sınıfımızın hareketiyle gerçekleşmiştir. Tanzimat’tan, Meşrutiyet’e kadar, görülen az çok medeni, Avrupaî demokrasi çırpınmaları, hep Türkiye işçi sınıfının siyasi hareketinden kaynak almıştır.”
Kıvılcımlı bu savını, ta Tanzimattan, 1871’den, loncaları tarihe karıştıran Ameleperver Cemiyeti’nden, 1872’de ki Kasımpaşa’daki Tersane, Beykoz Kundura grevlerinden başlayarak örnekler sunarak temellendirir. (s.46-47 okunabilir)
Son paragraf, tarih 1.5.1954
“Siyasi hayatla en çok ilgili” sınıf, “En kuvvetli olan teşkilatlı kitle”: İŞÇİ SINIFI’dır. Çoğunluğu, Bilinçliliği, Teşkilâtlılığı bu kadar kuvvetle temsil eden işçi sınıfı, neden fiilen daima en önde müdafaasını yaptığı demokrasimize baş olmasın? Osmanlı İmparatorluğu ‘nun en karanlık ve kara günlerinden, Cumhuriyet’in en parlak demlerine kadar, Türkiye’de sahici demokrasinin biricik öz kuvveti olduğunu ispat etmiş̧ bulunan işçi sınıfımız, EKONOMİK Kurtuluş̧ hareketimizde bilfiil teşebbüsü, teşkilatlandırmayı ve kontrolü en iyi başarabilecek tek sosyal sınıfımız iken, niçin o büyük milli vazifede kuyruk mevkiine düşsün? Niçin o derece sağ- duyulu, gürbüz ve modern millî gücümüz, yanlış̧ politikalarla tarihi rolü- nü oynamaktan uzaklaştırılsın?
Vatan Partisi’ne göre: İşçi sınıfımıza karşı gösterilen her güvensizlik milli kalkınmamızı kısırlaştırır, sosyal demokrasimizi karikatür haline sokar. Vatan Partisi bu inançla doğuyor, ve kendisini milli siyasetimiz için lüzumlu sayıyor.”
İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz
Kıvılcımlı, 27 Mayıs’a önem verir. Çok haklıdır. Toplum bir alt-üstlük geçirmektedir. Bir alt-üst oluş arifesidir bir anlamda. İktidar devrilmiştir. Kıvılcımlı kayıtsız kalamaz. Tüm hayatı boyunca, toplumdaki en ufak bir kıpırdanış, ufacık bir uyanma belirtisi, dünyanın-toplumun altı üstüne yeğdir düşüncesini benimsemiş, teorik ve pratik mücadele insanı olan Kıvılcımlı’yı her daim heyecanlandırmıştır. Üzerine düşeni yapar. Bu vazifelerden biridir aslında aşağıda inceleyeceğimiz mektuplar.
M.B.K’ya Birinci Açık Mektup
6 Temmuz 1960 tarihli birinci mektup, Tarihi Gerçeklerimiz, Siyasi Gerçeklerimiz ve Ne Yapmalı olmak üzere 3 ana bölümden oluşur ve yaklaşık 12 kitap sayfasıdır. Birinci Mektup, Milli Birlik Komitesi-MBK üyelerine kısaca tarihi bir perspektif içinde durum tahlili yapılır, gerçeklerimizin altı çizilir.
Tarihi Gerçeklerimiz, bir soru ile başlar: “ Bizde niçin ordu inkılapçıdır?”
Sorunun cevabı, Dirlik Düzeni, Kesim Düzeni, Modern Sermaye-Kadim Sermaye ve İnkılap-İrtica alt başlıklarıyla açıklanır. Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihinin Maddesi kitabında en ince ayrıntısına dek didik didik incelediği, Dirlik ve Kesim Düzeni, yani Osmanlı’dan beri süregelen, bu topraklarda, bu coğrafyadaki kadim toprak meselesinin kısa bir özetiyle giriş yapar. ( Türk ordusunun dirlik düzeninden kalma halkla beraberlik gelenekleri,…s.52,53 okunacak)
Siyasi Gerçeklerimiz, yine bir soruyla başlar: “ Bizde niçin siyaset bir kör dövüşüdür?”
Türkiye’de modernleşme, hürriyet hareketleri yıllardır devrim-gericilik (İnkılap-İrtica) arasındaki boğuşma tarihidir. Gericiliğin zaafı, tefeci-bezirganlığın halk karşısında bir avuç azınlık olarak kalması, kuvveti ise, son derece uysal ve esnek olması, kırılmadan eğilip bükülebilme maharetidir diye yazar Kıvılcımlı. Ve ekler: “Tokadı yedi mi siner, anasına sövsen tınmaz. Kuzu postuna bürünmüş̧ eski kurttur. Öyle sureti haktan görünmeyi bilir ki, kaleyi içinden fethetmek için, gerekirse inkılapçıdan fazla inkılapçı kesilir. Bir kere de suyun başını kesti, dizginleri eline geçirdi mi, dönekliğinin hayasızlığı idrakleri çatlatır.
Onun için, bizde irticaın kolayca baş eğmesi, daima, kolayca baş kaldırmak için asırlardan beri denediği en çıkar yoldur. İrtica, dinlenmek için altta güreşen pehlivana benzer. Köylünün baş belası ayrıkotundan beterdir. Tuttunuz mu kopuverir, ama kökü derinde kalmıştır. Bir köşeye atarsınız, kuruyup gebermiş̧ sanırsınız; ekininize suyu verdiniz mi, toprağın ilk bereketini yutup yayılan odur.
Bu kördüğümün yakın tarihimizdeki örnekleri: Gerek ikinci meşrutiyet, gerekse birinci cumhuriyet devirlerinde tekerrür eden siyasi partilerimizin alınlarına yazılmıştır.”
Kıvılcımlı bu açıklamalarıyla, MBK üyelerine sermayenin ne denli güvenilmez, ne denli kıvrak, ne denli kişicil çıkarları için her şeye ihanet edebilecek tıynette oldukların konusunda uyarır. (İttihatçı-İtilafçı, Demokrat-Halkçı çekişmeleri..s.54-57 bazı bölümler okunacak)
Ne Yapmalı?
Kıvılcımlı uyarlarını sürdürür ve önerilerini sunar: Mektubun son paragrafları:
“Yüzde yetmişi yazma bilmez, yüzde 29’u Şahmerandan başka okuduğunu anlamaz halk yığınları, çil yavrusu gibi dağınık ve teşkilatsız.
Demokrasimizin, Türkiye halkı kadar uygarlığa susamış̧ gür bir kaynaktan nasıl mahrum bırakılacağı kolayca anlaşılmaz mı? Halkın bereketli inisiyatifi, bilinçli teşkilatı ve aktif iş birliği işlemez olunca, irtica ister istemez ağır basmaz mı?
Bu şartlar altında, Milli Birlik Komitesi (ikinci meşrutiyetçilerin Hürriyeti İtilaf ve İttihadı Terakki fırkalarına bakmayan Atatürk’ün Halk Partisi’ni kurduğu gibi), bütün milleti projesiz çağıracağı bir ikinci kuvayi milliye partisi kurmalıdır.
Birinci kuvayi milliyecilerin, acil müdafaa durumlarıyla geciktirip, sonra da unuttukları ilk halkçılık programını kitaptan hayata geçirmelidirler. MBK’den 30 Mayıs ve 15 Haziran’da tebliğ̆ edildiği gibi: “Milli inkılap hiçbir şahsın; hiçbir zümrenin lehine yapılmış̧ bir hareket değildir.. Hiçbir şahsa, hiçbir zümreye karşı değildir.”
Sayın Cemal Gürsel’in dediği gibi: “Garp alemi [Batı dünyası] fezanın derinliklerine doğru sefere hazırlanırken, bizler hangi noktadayız? Bunu hepimiz iyi biliyoruz.”
Birinci kuvayi milliye seferberliğinde olduğu gibi: Yedisinden yetmişine, çobanından mareşaline kadar, demir çarık, demir asa: Ucuz devlet-bilinçli ticaret toprak reformu uğruna, ikinci kuvayi milliye seferberliğine çıkmalıyız.
Böyle bir çağrıya, bütün gençlik başta gelmek üzere bütün millet koşar. Hatta, çıkmazı gören iyi niyetli tefeci-bezirgan fertler bile, bu insani ve medeni kurtuluşa katılabilirler. Birer kabuktan ibaret kalmış̧, mevcut İkvanodon’lar kadar “büyük” partilere gelince, onlar da en sahici halk çocuklarını ve hürriyetçi azimlerini, doğan gerçek Milli Kurtuluş̧ hareketine vakfedebilirler. Yoksa, topal eşekle kervana katılamayız.
Siyasi basamağı aşamamış̧ olduğu için tehlikeye düşen milli kurtuluşumuz: Ekonomik, sosyal alanlarda tamamlanınca, “fezaların derinlikleri- ne doğru” yücelir. 6.7.1960
Mister THORNBURG Doktor SAHACHT Herr ERHARDT Von PAPEN
Profesör BAADE ve ilh. ve ilh.ın ECNEBİ RAPORları yanında adsız bir Türk’ün YERLİ-MİLLİ RAPORU”
M.B.K’ya İkinci Açık Mektup
10 Temmuz 1960 tarihli ikinci mektup, 7 ana başlıktan oluşur ve yaklaşık 18-19 kitap sayfasıdır. Birinci Mektup da, daha çok, tarihi gidiş içinde, ta Osmanlı dirlik düzeninden alınarak, 27 mayısa kadar olan dönemin gerçekleri kısaca belirtilerek öneriler sunulmuştu. İkinci Mektup, çok daha kapsamlıdır, uzundur, detaylıdır, bir dolu istatistiki bilgiler, rakamlar verilerek güncel durum tahlili ve yapılması gerekenler konusu pratik olarak yapılabilecekler MBK’ya sunulmuştur. Yine uyarılar yapılmıştır. İktidara gelenlere ne yapacakları, program olarak önerilir ve esasında Vatan partisinin programıdır bu. Pahalı devlet yerine ucuz devlet, bilinçli dış ticaret …Bunların hepsi 1954 Vatan Partisi Tüzük ve Programıdır aslında. 27 mayıs gecesi iktidara gelenlere iktidarda kalma, iktidar olma programıdır. İkinci Mektup’a giriş cümlesi:
“Aşağıdaki olaylar, elbet M.B. Komitesi’nce bilinmeyen şeyler olamaz. Ancak, olayların yorumunu bir de bu açıdan sunmakla, vatan, millet ve vicdan borcumu yerine getirmekliğime müsaade edeceğinizi saygı ile umuyorum.”
7 Ana başlıkta yorumlar:
– MBK Çabuk mu Gitmeli? MBK’nın çabuk çekilmesi fikri, London Press Servis’in Türk basınına her gün için sunulan yayınından yankıdır. LPS etkili olmayınca İngiliz Times’a yazdırırlar. MBK bir an evvel gitsin, ekonomide bir şey yapmasın, hiçbir ciddi işe girişmesin. Ne yapsın MBK? “M.B.K’nın bütün işini gücünü bırakmasını, yalnız maarif, ahlak, zihniyet, laiklik, öz Türkçe, kara çarşaf, Türkçe Kur’an, Arapça ezan ve ilh. gibi uzun vadeli açmazlarla uğraşmasını diliyorlar. Bütün bu çabalar, vurguncularla, tefeci hacı ağaların cahil kalabalığı M.B.K. aleyhine sinsice kışkırtmaları için maskelenmiş̧ bir “tuzak”; dikkati köklü ekonomi ve toplum problemlerinin en yakıcılarından en entipüflerine doğru çekip, esastan uzaklaştırmak için icat edilmiş̧, fakat herkesten iyi as- kerlerimizin bildikleri bir “oyalama taktiği” değil midir?”
– Enflasyon Niçin Geldi? Altından iki misli pahalı dolarla yaptığımız alış veriş uçurumu. Kıvılcımlı bu başlıkta yine uzun uzun güncel rakamlar vererek, dolar, altın, enflasyon-deflasyon, bir gecede inen-çıkan döviz kurları, dönen yabancı para oyunlarını yazar.
(İstenirse okunabilir, s.67)
– Şuursuz (Bilinçsiz) Ticaret Nasıl Gitmiyor? Dış ticaret açığımızın yüz milyonlarca zararı, bezirgan kapitülasyonlarının maskeli kalıntısıdır. Kıvılcımlı, dış ticaret açıklarının rakamlarını 1947-1958 arası inceler. CHP’nin son 4 yılı ile DP’nin son 4 yılındaki ticaret açıklarını karşılaştırır. (s.70) Sonuç hemen hemen aynıdır, 12 milyon altın civarı. (Karşılaştırma altın cinsinden yapılır) Yani şuursuz ticarette CHP-DP fark etmez al birini vur ötekini. DP’nin ilk 4 yılındaki açık çok daha vahimdir, 33 milyon altın civarı ki bu son 4 yılın açığının çok üstündedir. Sonuç, DP iktidare geldiğinden itibaren millete ihanet etmiştir. Yoksa kimilerinin dediği gibi” aman canım ilk geldiklerinde iyiydiler” safsatasına bir örnekdir bu. (Günümüzde de AKP için söylenir bu tür safsatalar!) Peki bu ticaret açıkları, yabancılardan çok mal aldığımız için olabilir mi diye sorar Kıvılcımlı. Cevap “Hayır” dır. Bu denli yüksek dış ticaret açıkları (aynen günümüzdeki gibi, tek farkı var, şimdi dış ticaret açıkları yerine Cari açık, cari denge vs. diyoruz, böyle diyerek kimsenin anlamadığını sanarak!) dışarıdan çok mal alındığı için değil, sattığımızın ucuz, aldığımızın aynı oranda ucuz olmaması, dostlar zengin edilmiş kısaca. İhraç edilen bölgelere-ülkelere göre ihraç fiyatları değişmiş. (s.71) Dolar bölgesi, Demirperde bölgesi vs.gibi bölgelere göre ayrı fiyatlar uygulanmış. Tabii ki en ucuz tarife Dolar bölgesine en pahalı tarife Demirperdeye uygulanarak!
“ Dış̧ ticaretimizi hangi gizli kuvvet bu derece milli yüce menfaatimize aykırılaştırıyor? Kapitülasyonlar çağından kalma, Osmanlı artığı, yabancı sermaye ile göbek bağını asla kesemeyen vurguncu bezirgânlığımız başta gelen gizli kuvvettir……
Ecnebi sermaye ile bizim derebeyi artığı zümrelerimizin ve parti ağalarımızın iç bağları böyle kaldıkça, kendilerinden başkasına niçin söz ve teşkilat hakkı vermedikleri anlaşılmaz mı? Polisi, adliyesi, basını, her şeysi tekelinde duran böyle bir zümre, ne kadar azınlık olsa, ister tek parti, ister çift parti, ister çok parti oyunu oynasın, karşısına her çıkanı kolayca “komünist”, yahut “dinsiz” diye boğuverip, kendi ihanetini vatanseverlik diye alkışlatmaz mı?”
– Dış Yardımın İçyüzü. Dış yardımın askerisi maliyemize yıkım, İktisadisi sanayimize yıkım oldu. (s.74, 76)
– Kendi kendimize yardım. Toprak reformu, kuru toprak dağıtmak değildir. Sahici, teşkilatlı-halkçı reform, milli gelirimizi 2 ila 6 milyar arttırır.
Şuurlu ticaret, sanayileşmek emrinde Teşkilatlı Millet’in Kooperatifleştirme ve Devletleştirme göreviyle kurulur. Kendi kendimize yardım nasıl olacak? Sermayemiz nereden bulunacak sorularına yanıtlar… Köyde toprak reformu, Kentte bilinçli ticaret, Siyasette ucuz devlet.(s.79,81,82)
– Ekonomik. İşsizlik, pahalılık, tembellik, yabancı ağır sanayine haraç vermeden ileri gelir. Ekonomisiz kültür, yapma çiçek olur. (s.84,86,88)
– Politik. Siyaset korkumuz, hasta gözü tedvi niyetine kör etmeye benzer. Sivil, asker yurttaşa siyaset yasağı koymak, peçe ile iffet korumaktan farksızdır. Doktrinsiz parti, pusulasız gemi, haritasız kurmay demektir. Türkiye’de yerli-milli doktrin partisi hayal değildir. (s.95,98)
Son bölümde Kıvılcımlı doğrudan doğruya, 1954 güzünden “VP Tüzük ve Programı”ndan (Vatan Partisi’nin tüzük ve programından diye belirterek), 1954 baharından “Gerekçe” sinden,1957 yazından “Siyasetimiz” kitabından, alıntılar yaparak mektubu noktalar. (s.98-101)
Yararlanılan Kaynaklar
– Fuat Fegan, Dr.Hikmet Kıvılcımlı Bibliyografyası, Murat Matbaacılık, Istanbul, Ocak 1977, s.39, 60
– Fuat Fegan, Dr. H. Kıvılcımlı arşivi, Yurtdışı Kataloğu (IISH), s.9, 15
– H.K.-Arşiv (IISH), s.6
– IISH
– İkinci Kuvayimilliyeciligimiz (M.B.K’ne iki açık Mektup)-Köksüz Dijital Yayınlar-Internet. Yazıdaki alıntılar bu yayından alınmıştır.
Ekler
1-Kuvayimilliyeciliğimiz (Gerekçe), orijinal daktilo ilk sayfa. (IISH, dosya no 264, Vatan Partisi Program Gerekçesi)
2-Kuvayimilliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz-1965 TMY baskısı ön kapak. (İnternet)