DEVRİM ZORLAMASI
Demokratik Zortlama
Kitabın ilk baskısı, “Devrim Zorlaması-Demokratik Zortlama” adıyla, Ekim 1970’de yapılır. (TMY-Tarihsel Maddecilik Yayınları, Istanbul, Ekim 1970, 235 sayfa) [1,2,3] Daha sonraki yıllarda başka yayınevlerince çeşitli baskıları yapılır. Bunlardan bazıları, Derleniş Yayınları, 1978’de, diğer iki kitabı da içine alarak üç kitabı bir arada olarak, Sosyal İnsan yayınları, 2011’de aynı isimle yayınlar.
1970 yılı Kıvılcımlı’nın birçok kitabının arka arkaya basıldığı, yayınlandığı yıldır. Oportünizm Nedir, Halk Savaşının Planları ve Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama adlı kitaplarla birlikte 3’lü incelemenin üçüncü ve son kitabıdır. Kısaca 3’lü dediğimiz bu üç kitap, “Üçlü” olarak tek kitap olarak düşünülmüş bir çalışma olduğu gerek Kıvılcımlı’nın açıklamalarından, incelemenin planından, ilk yayınlanan Oportünizm Nedir ‘in hemen 3.sayfasındaki I., II. ve III. Kitap ların başlık ve alt-başlıklarının verilmesinden gerekse de Fuat Fegan’ın notundan anlaşılmaktadır. Kıvılcımlı, ilk kitabın yani “Oportünizm Nedir” in Sunuş’unda:
“Bu kitabın birinci ayrımında: Oportünizm konusunu inceledik” der.
Fuat Fegan’ın, IISH’daki Kıvılcımlı Arşivindeki, ilgili dosya-klasör deki orijinal dokümanların başına eklediği açıklayıcı notlardan, 2.7.1976 tarihli olanından bir alıntı:
“ ‘Üçlü’nün yazılışı 1969 sonları ile 1970 başlarıdır. Bazı makaleler hariç. Tam o sıralarda prostat hastalığı baş göstermişti. Bu yüzden zamanının çoğunu evinde geçiriyordu. Bir gün gittiğimde, Abdülkadir Pirhasan [Vedat Türkali] da oradaydı. ‘Üçlü’nün yayınlanmasını eleştirecek oldu. Kıvılcımlı’nın cevabı kesindi:
Ne diyorsunuz siz? Geç bile kaldım…” [4]
Evet Kıvılcımlı çok haklıdır. 15-16 Haziran yaşanmıştır, yüzbinlerce işçi emekçi ayaklanmıştır 70’in haziranında. Kıvılcımlı var gücüyle yazar, yayınlar, oradan oraya koşturur, seminer verir, konuşur, anlatır…
Diğer iki kitapla birlikte bu kitaba da ait orijinal el yazması notlar, daktilo sayfaları IISH’daki arşivde bulunmaktadır. Ayrıntılı çalışma yapmak isteyenlerin kullanımına açıktır.
Kıvılcımlı, en ünlü polemik, tartışma yazılarından sayılan 3’lünün, son kitabı olan Devrim Zorlaması-Demokratik Zortlama kitabında da daha önceki iki kitapta başlattığı, dönemin devrimci ortamına getirdiği eleştirileri, uyarıları sürdürür.
Kitap esas itibari ile, Mihri Belli ve çevresinin öncüsü olduğu, MDD-Milli Demokratik Devrim çizgisi eleştirisidir. Polemik MDD hareketi üzerinedir. TİP-ABA’cı tezlerde eleştirilmektedir dönemin TİP ile cisimleşen bu eğilim daha önce yayınlanan başka kitaplarında daha ayrıntılı olarak incelenmiş, eleştirilmiştir. O nedenle bu kitabın esas konusu MDD eleştirisidir. Ayrıca, çok ayrıntılı olmasa bile, dönemin PDA-Proleter Devrimci Aydınlık, Ak-Aydınlık hareketine de yer verilir eleştirilerde. PDA, Doğu Perinçek çizgisi için, CIA Sosyalizmi teşhisi henüz dillendirilmemiş olsa da bu teşhisin nüveleri atılmıştır ve akabinde çok kısa bir süre sonra, Kıvılcımlı, yazılarında bu hareketi CIA-Sosyalizmi olarak mahkum etmiştir. Sonuç olarak, Kıvılcımlı bu kitapta birçok konuya değinmiş olsa da, dönemin sol-sosyalist-devrimci eğilimleri üzerine yazmış olsa da en ciddi derli toplu MDD hareketi eleştirisi olarak tanınmıştır bu çalışma.
Kıvılcımlı, konuyu yani MDD ve Mihri Belli Eleştirisini, “MDD Zortlamasının Doğuşu” ve “MDD Zortlamasının Açılışı” olmak üzere iki ana bölümde inceler. Bölümler Ayrım’larla, Ayrım’lar Alt Başlıklarla detaylandırılır.
Kıvılcımlı, “Devrim zorlamasına ve Demokratik Devrim zortlamamıza bir girişçik gerek.” diyerek, bölümlere geçmeden, “Biz Kime benzeriz?” başlıklı bir Giriş yazar. Ayrıca yine bölümlere geçmeden kısa bir “Sunuş” yazısı ile çalışmasının ana planını verirken okuyucuya yabancı gelebilecek “Zortlama” sözcüğünün anlamını açıklar.
“Biz Kime Benzeriz?” sorusudur, Kıvılcımlı’nın çalışmasına yazdığı Giriş. Ve hemen ikinci soruyu sorar, “Başkalarından Ders Alınır mı?” Bu “Giriş”le Kıvılcımlı, aynı zamanda, 1800’ler Avrupa’sında ki devletlerle günümüz Türkiye’sinin bir panoramasını, özetini sunar. Özellikle 1830-1848 devrimleri öncesi sonrası irdelenir, bizdeki karşılıkları, paralellikleri tarihsel olarak sıralanır.
Kıvılcımlı, Marx’dan, Kapital’den alıntılayarak daha gelişmiş ülkelerin deneyimlerinden, geçmişlerinden, daha az gelişen ülkeler ders alabilir ve almalıdır diye söze başlar ve Türkiye’nin batı ile benzerliklerini sıralar. “Türkiye 1970 yılında, Batı’nın 1851 yıllarını güçbelâ sürüklüyor. Türkiye’nin yapısı, Çarlığın sosyal yapısıdır, politikası Fransa’nınkine uyar…
Türkiye’de 1923 Cumhuriyeti, ister istemez Fransa’da Restorasyon (Krallığın yeniden kurulması) denilen şey olmuştur. Padişah’ın yerine Paşa geçmiştir. O kadar. Saltanatın adına Cumhuriyet denmiştir: Toplumun egemen yapısı ve politikası; elifi elifine 1815-1851 Fransa’sında (36 yıl) ne idiyse, 1917-1970 Türkiyesinde (53 yıl) tıpkı odur…
27 Mayıs 1960 Devrimi’miz, Fransa’nın 1830 Devrimi’dir.” 27 Mayıs sonrası Türkiye’nin, 1830 ve 1848 devrimleri sonrası Fransa’sı ile tabii ki benzer ve benzemez yanları vardır, Kıvılcımlı kısa bir karşılaştırma yapar, çizelge biçiminde maddeleştirir. 1850 karşı devrimi sonrası, Napolyon Bonaparte dramı-trajedisi yerine Louis Napolyon komedisi bizdeki karşılığı tek parti-DP dramı yerine AP curcunası oldu. Kıvılcımlı politik-ekonomik olayları karşılaştırırken dönemin politik şahsiyetlerini de karşılaştırır. Marx’dan, özellikle de bu dönem hakkında Marx’ın yazdığı en önemli kitap olan “Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire” inden alıntılar yapar. (Kitap hakkında kısa bir bilgi Notlarda verilmiştir)
1848’de Devrim kaçırılmıştır, en azından o moment için geçmiştir, 1850’de karşı devrim galip gelmiştir. 1844’de Paris’te karşılaşan, tanışan Marx-Engels, 1848’de birlikte ünlü eserleri Komünist Manifesto’yu Kıvılcımlı’nın deyimiyle “Sosyal devrimin ulu anıt kanununu” yayınlarlar. Avrupa Devrimlerinin bozgunundan sonra devrimcilerin büyük bir kısmı için Avrupa’da, (Almanya, Fransa..) yaşama olanağı kalmamıştır. Marx, 1849 Ağustosunda Paris’ten sürülmüş, İngiltere’ye Londra’ya geçmiştir. Yenilgiden sonra Engels’de Cenevre’den İngiltere’ye geçmiştir. Londra’da buluşmuşlar devamında Engels, Manchester’a gitmiştir. Marx ve Engels arasında mektuplaşmalar başlar. Karşılıklı yazılan bu mektuplar, (1850, 1851..) adeta bir 19 yz. panoramasıdır. Onlarca isim, kişi, yazı, eğilim geçmektedir yazışmalarda. Kıvılcımlı mektuplardan alıntılarla devam eder. Dönemin İngiltere’sinde ise, güçlü İngiliz Burjuvazisi, İşçi dileklerine az çok kanuncul haklar tanımış, Chartist Hareket ise ateşli günlerini geride bırakmıştır. (Chartist Hareket hakkında kısa bilgi Notlarda verilmiştir) Marx-Engels bir yandan bilimcil sosyalizmi derinlemesine incelemeye bir yandan da pratik çalışmalara devam etmişlerdir. Komünist Ligi kurulması vb..Alman sığınganların, göçmenlerin durumu vb ..Kıvılcımlı sığıngan sözcüğünü kullanıyor mülteciler için. Londra mülteci dolu Avrupa’dan, karşı-devrimden, savaştan kaçıp gelmiş. Marx-Engels’in yazışmalarının çoğu bu sorun üzerine, 170 yıl geçmiş değişen bir şey yok. Günümüz sığınganların durumuna baktıkça. “O bir avuç Sığıngan (mülteci) göçmenler (İslâmlıktaki: “Muhaci-riyn”) ile onlara Şartist yardımcı (Medine’deki “Ensâr”) arasında geçen, yapacak yığın işsizliğinden gelme yarı trajedi ve yarı komediler,zaman zaman son kertede dramatik sahnelere de kapı açıyordu. Gene Marks’ın dilinden roman gibi dinleyelim” diye yazıyor Kıvılcımlı ve Marx-Engels mektuplarından alıntılar yapıyor. Bir başka mektup, 1851 yılından, Engels yazıyor Marx’a “Gittikçe daha iyi göze çarpıyor: Göçmenlik öyle bir kurum ki, orada her bir kişi ister istemez bir deli, bir eşek yahut bir madrabaz olur, meğer ki insan onlarla her türlü dayanışmayı tümüyle koparsın ve o sözde devrimci parti ile bir uzun kuyruklu kirazla eğlenirce alay eden bir bağımsız yazar olmakla yetinsin. Bu basit bir rezalet ve alçaklık okulu; orada her önüne gelen eşek, vatan kurtarıcısı postuna bürünüveriyor”
Bu Giriş ten sonra kısa bir Sunuş’la esas konuya geçer Kıvılcımlı.
“MDD (Milli Demokratik Devrim) diye birkaç yıldır süren akım var. Onun tüm Tezlerindeki ana eğilim, Kapıkulu Aydınlar içinden bir kesimi heyecana verdi. Tabiî, o (MDD’cilik) ve Marksizm’deki Demokratik Devrim iki bambaşka şeylerdir. Demokratik Devrim çok ciddi bir konudur. MDD’cilik: Demokratik Devrim’i dramatize ederken karikatürleştirir. O bakımdan söz benzerliklerine aldanmamalı. MDD’ciliğin Demokratik Devrim adına yapılmış bir Küçükburjuva Zortlaması olduğu Bes-Bellidir.
“Zortlama”: Biliniyor, kimi çok hareketli sesler çıkaran ilkel bir halk türküsü türüdür. Yerine göre dinlenilir. Arada pek hoşa da gidebilen “parçaları” geçer. Ancak ister istemez İlkel kalır, Zortlama’dır. Tam: “Zurnada peşreve bakılmaz” deyiminin yeri burasıdır. MDD’cilik Zortlamacılığıdır.
Bu kitapta o MDD’cilik denilen tipik Küçükburjuva zortlamasının doğuş ve açılış ayrıntılarını gözden geçireceğiz.
Bu iki bölüm, bir “Zortlamaya Giriş” ile başlayacak ve “Anarşizm mi? Dağınıklık mı?” sonsözüyle bitecektir”
MDD Zortlamasının Doğuşu
“İnsanlığın her Pratiği gibi her Teorisi de, Geçmiş-Gelecek kuşaklar arasında kaçınılmaz ilişki-çelişkilerle gelişir. Geçmişle ilişkiler açıkça veya gizlice koparılırsa, çelişkiler ürkekçe veya ikiyüzlüce atlanırsa gelişim durur.
Bu kural her şey gibi Sosyalizm için de doğrudur. Toplumun veya Kendi kendisinin gerçekliklerini, bir öğrenci içtenliği ve alçakgönüllülüğü ile etüt etmeyen sosyal akım, istediği denli sansasyonel (duygu çatlatıcı) olsun, Tarihcil gelişim pratiği içinde köksüz davranışlardan, Teorik bilinç aydınlığı yönünde tutarsız düşüncelerden başını alamaz.
Bu Bölümün üç Ayrımında, İkinci Emperyalist Evren Savaşından sonra ateş çizisine giren Yeni ve Enyeni Sosyalizmlerimizin -sırf Eski Sosyalizmin aşıladığı SS’lik (Sapık Softalık) hastalığı yüzünden- nasıl (görünüşte Tarihcil bağ ararken bile) Eneski Sosyalizmin Teorik kazançlarına kaygısızlık ve saygısızlık yaparak, en can alıcı noktalarda
yanılgılarla sahneye çıktığı eleştirildi.”
Kıvılcımlı, bu 1.bölümün özetini yaparak planını veriyor. 3 ana Ayrımla incelediği bu bölümün başına I.Ayrım olarak “Zortlamaya Giriş” ile başlıyor.
Beş alt başlıkla, Giriş’in konusu olan “Marksizm yeniden icat edilmez ama daima geliştirilir” prensibini irdeler. Sosyalist mücadele tarihimizde, Türkiye’deki Sosyalist kuşakları sıralar. 4 Sosyalist kuşak sıralar. Türkiye’de bilimsel sosyalizm savaşında yer almış kuşakların karakteristikleri, hangi ölçülerle bu sıralamanın yapıldığı, kitap boyunca yeri geldikçe incelenmiş, ayrıntılı olarak izah edilmiştir. Burada kısa bir not düşelim, Kıvılcımlı’nın Sosyalist kuşaklar sıralaması ile ilgili. Kitap Ekim 70’de yayınlanmıştır. Kıvılcımlı, daha sonra 6 Mart 1971 tarihinde, Ankara Hukuk fakültesinde “Durum Yargılaması” başlıklı verdiği konferansta, kitapta sıraladığı kuşaklar konusunda bir açıklama yapar. “Türkiye’de sosyalizm savaşı, Bilimse Sosyalizm savaşı içinde rol almış kuşakların karakteristiği yapılırken -ne dünyanın falan ülkesinde yahut falan üniversitesinde tahsil-i ulüm eylemek (ilimlerin öğrenimini yapmak) falan, bunlar değil- ateş çizisi içine girmiş kuşak, o ateş çizisi içindeki ilişkileriyle ele alınırsa, ona göre şu basamakta veya bu basamaktadır, denir. Anlatabildim mi? Ölçü vardır ve o ölçü orada da konmuştur.
Bundan dolayı, o isimleri korken, Türkiye’de Bilimsel Sosyalizmin ateş çizisi içine girildiği zaman, hangi kuşaklar o girişin içinde iyi veya kötü, az veya çok bir iz bırakabilmiştir?
Hangi kişilerle deyimlendirilir? Onu koymak, somutlaştırmak için gerekti. Ve ona göre bir ayrım yaptık.
Ve o ayrımı, orada da söylediğim gibi, biz eski nesil hiç olmazsa, yani Eski ve Eneski kuşaklar kendiliğinden yapmıştık.Yani, birimiz ötekine, hot zot ederek, ben senin üstündeyim, falan diyerek değil; kendiliğinden, o savaş ateşi içinde, kaçınılmaz bir yoldaşlığın, bağlılığın, karşılıklı sevgi saygının, tabii eleştirinin de, hakim olmasıyla kendiliğinden bir hiyerarşi kurulmuştur. Onu da orada belirtiyoruz.
Ve bu hiyerarşide, falan, falan, falan isimler bize bir “point de repere” (yön gösteren nokta) olur. Yani mutlaka hareketin, işte, özünü cebinde taşıyan insan anlamına değil; karakteristiğini vermek için o kuşağın, işte şu isim… Hepsinden de tercihen ikişer isim aldık, o bakımdan.”(6) Ayrıca, yine bu konferansta, Kıvılcımlı, yaptığı sıralamayı gerekçeleriyle ayrıntılı olarak tek tek izah eder. Sadece, Enyeni Sosyalistler olarak verdiği iki isim için (Vahap Erdoğdu, Doğu Perinçek) açıklık getirir. Bu iki ismi, sonradan düzeltmek istediğini ama kitabın matbaada basılmış olduğunu, bu sıralamaya isim vermek istemediğini belirtir, ama kitabın bu şekilde yayınlandığını anlatır. Durum Yargılaması adıyla sonradan kitap olarak yayınlanan bu konferans notları son derece önemlidir, 12 Mart arifesine ışık tutacak değerlendirmeler içermektedir, neredeyse 3’lü çalışmanın bir özetidir.
Türkiye’de Sosyalist Kuşakları, Kıvılcımlı 4 ana grupta zaman aşımları açısında şöyle sıralar:
“1- Eneski Sosyalistler: Bunlardan adı kalanlar Dr. Şefik Hüsnü Değmer ile Dr. Hikmet Kıvılcımlı oldu. (1920-1925)
2- Eski Sosyalistler: Bunlardan gene adı kalanlar Şair Nâzım Hikmet Ran ile rahmetli Reşat Fuat Baraner oldu. (1925-1945)
3- Yeni Sosyalistler: Bunlardan Türkiye’de yaşayıp duyulanlar arasında Mihri Belli ile Mehmet Ali Aybar’lar anılabilir. (1945-1960)
4- Enyeni Sosyalistler: Bunlardan en “serbest güreşen”lerden Vahap Erdoğdu ile Doğu Perinçek’ler anılabilir. (1960 sonrası)
Yeniler ve Enyeniler o denli çoklar ki, içlerinden ancak birkaç sembol ad alabildik.”
Kıvılcımlı bu sıralamayı yaparken bazı saptamalar, uyarılarda yapar. Sosyalizm ve sosyalist deyince ne anlaşılması gerektiğini izah eder ve son derece önemli bir ayırımın altını çizer.
“Sosyalizm ve Sosyalist dediklerimizle, daha tanımlarken belirttiğimiz gibi, “adı kalanlar”ı gözönünde tuttuk. Bir de “adı kalmayanlar” var. Bunlar iki zıt kutupta toplanırlar.”
İki zıt kutuptan birincisi için şöyle yazıyor kıvılcımlı.
“Bir bölüğü adı ağza alınamayacak kertede yüreksiz ve alçak çıktıkları için, Allah bizden onların ne adlarını, ne sanlarını sormasın, Şeytan hesaplarını görsün.”
Evet, zıt kutuptan birincileri için Kıvılcımlı, “adı ağza alınamayacak”, “Şeytan hesaplarını görsün.” Diye yazıyor. Peki kim bunlar? Kıvılcımlı’nın, adlarını ağzınıza dahi almayın dediği, o derece yüreksiz ve alçak olduklarını söylediği, dikkate bile almayın diye uyardığı bu şeytanlar kim? Laz İsmail ve ekibi, o dönemin Sosyalist dünyasına çöreklenmiş bir avuç yüreksiz, TKP adını kullanan Harici Büro, Baştımarlar, Bilenler…
Kıvılcımlı’yı, çok değil bu satırları yazdığından bir yıl sonra ölüme sürükleyenler, sosyalist toprakların sınırlarından atarak -ilerlemiş hastalığına rağmen- trajik sonunu hazırlayanlar. Sırf yıllar yıllar boyunca işledikleri suçlar ortaya çıkmasın diye.
Kıvılcımlı’nın yukarıdaki satırları, bu insanlar üzerine düşünceleri başka bir noktadan da olağanüstü önemdedir. Kıvılcımlı çok net yazmış düşündüklerini, hiçbir karanlık, eksik nokta yok TKP hakkındaki yargısında. TKP hakkında böyle düşünen, sakın bulaşmayın adlarını dahi anmayın diyen Hikmet Kıvılcımlı, çok değil 6 ay bile geçmeden, güya TKP ile görüşmeye gitmek için yurtdışına çıkmış olacak, Kıvılcımlı’nın yurt dışına çıkışı hakkında TKP ile görüşmeye gitti diye yıllarca yazanlar bu duruma ne cevap verecekler bilinmez. Akıl tutulması bu olsa gerek. Kıvılcımlı’dan sonra kendilerinin TKP’ye ilhak etmelerine gerekçe hazırlamak, Kıvılcımlı’yı dayanak göstermek için yıllarca savundukları tez, Kıvılcımlı’nın yurt dışına TKP’yle görüşmeye gittiği savının bir kez daha gerçeklikten uzak olduğu bizzat Kıvılcımlı’nın kaleminden doğrulanmış oluyor.
Konumuza, kitaba devam edelim bu tatsız açıklamadan sonra.
İki zıt kutuptan ikincisi için yazıyor Kıvılcımlı:
“Ama bir de her kuşağın “adsız” yiğitleri vardır. Onlar ne savaşta, ne savaş sonrasında hiç kimseden hiçbir şey; ne ad, ne ün, ne şeref, ne baht istememişlerdir. Kendi çaplarında, kanlarının son damlasına dek son kurşunlarını doğruca, namusluca atmışlar, çoğu hayatın sillesiyle vurulup “ölmüşlerdir”. Burada, günümüze dek kesintisiz süregelmiş savaşın somut elemanlarına sembol olmuş bir iki adı ancak anabildiğimiz için, geçmiş kuşakların adsız yiğitlerine yalnız saygı, sevgi ve yoldaşlık bağlarımızı bir yol daha sunmakla özür dileriz.”
Kuşaklar arası ilişkilerde tabii ki eleştiri olacak, olmalıdır da. Eleştirinin iki ayağı, iki şartı olmak kaydıyla. Bir önceki kuşağın mirası korunacak, teorik ve pratik yeni sentezler doğurulacak. Dünyadan örnekler verir, Lenin’in kendisinden önceki kuşaklarla ilişkisinden, en eski kuşak olarak Marx-Engels, hemen sonrasında Kautsky-Plehanof kuşağı ve Leninizm sentezinden. Ama bizde işler böyle gitmemiştir, yeni gelen her kuşak bırak kendisinden öncekileri incelemeyi, toptan yok saymıştır, tarihi kendileriyle başlatmışlardır. Herkes hep gökten zembille yeryüzüne inmişler gibi.
“Her kuşak, yaratıcı çaba gösterecek yerde, ya teoride, ya pratikte beliren eksiğini ve yanlışını, kendinden önceki kuşağın değerine ve kazancına en azından susuş kumkuması kesilip örtmeye çabaladı. Küçük dükkâncı rekabeti içinde öldürücü düşünce ve davranışlarla mirasını örtbas etmeye çalıştı, çalışıyor.
Bunu niçin yapıyor?
Aklınca sivrilmek, “eşsiz örneksiz” geçinmek ve tarihte her şeyin kendisiyle başladığını ispatlamak için! Bütün bu amaçların sonucu ise: çevresindeki üç beş müridi esrarkeşleştirmeye, üç beş provokatörün daha yılanca hareketi zehirlemesine yarıyor. Hareketi birbirinden kopuk, ilkel çetecilik yolundan, her gün “bir adım ileri, iki adım geri” gitmeye zorluyor.”
Kıvılcımlı, Zortlamaya Giriş’i, Yeni sosyalistlerimizi eleştiriye alıştırmalı düşüncesi çerçevesinde kaleme almış. Kitabı kastederek, “Aşağıdaki satırlar bu rezil çemberi kırmak için -ne ilk, ne son olacağa benzemeyen- bugün için bir sınamadır. Elbet mekanik bir “kuşaklar çelişkisi” deyimi ile Türkiye Sosyalizminin bütün problemlerini çerçevelemek istemedik. Maksadımız Kuşaklar örneği ile Sosyalizmin Pratik ve Teorik aksaklıklarını az çok toptan şemalaştırmaktır. Derdin ne denli eski ve derin olduğunu Yeni ve Enyeni sosyalistlerimize başka türlü sezdiremezdik.
“Eleştiri”: Hem olumlu, hem olumsuz yanları belirtirmiş. Biz, olumlulukları sıralayacak kadar ne vakit, ne nakit lüksüne sahip değiliz. Özellikle olumsuz bulduğumuz, eksik gedikleri doldurmaya çalıştık. Mezhebimizce, yanlış okşanmaz, kazınır. Onun için yanlış saydıklarımızın üzerine kalem efendisinin çelebi kalemtıraşı ile değil, sevimli halk filozofumuz Nasreddin Hoca’nın yatağanı ile saldırmak meşrebimizi düzeltmedik. Ve yanılan ne denli bize yakın, daha çok sevdiğimizse, yatağanı o denli derine kıyasıya batırdık.
Çünkü, bıçak kemiğe dayandı….
70’ine geldim. Hiçbir zaman kendimi beğenemedim. Daima, sonsuz eksiklerimle cenkleşirim. Bir ara, çok toyken, kendini beğenenlerin (çürüklerini elle tuttuğum halde) gerçek bir güce dayanmış olabileceklerini sanırdım. Denemelerim çoğaldıkça, kendini beğenmenin bir yaldızlı paravan olduğunu, arkasında acıklı yoksullukların saklandığını hep gördüm. O zaman Bilimcil Sosyalizmdeki: “Mükemmel adam=ölmüş adam!” gözleminin derinliğine ve sağlamlığına bir daha sonsuzca inandım.
“Piyasa” kendini beğenenlerle dolu. Demek, insanların toylukları “ha!” deyince geçmiyor. Bunların içinde: “Herkes hiç karşılıksız bana itaat etsin, Dünyayı Cennete çevireceğim!” buyuranların, burunları dibinde oynanan Finans-Kapital alicengiz oyununu görmeyişleri: Ya burunlarının aşırıca “büyüklük” nezlesine uğramış olmasından, yahut Sosyal Faşizme Mussolini ve Hitler’lerin hangi kapıdan girdiklerini hatırlamak istemediklerinden başka nedene güç bağlanır. Proletarya Particiliği ile Führer taslaklığı nasıl bir sayılabilir?”
“Eğer bütün o Sosyalizm eğilimleri, bir Siyasi Parti içinde doğmuş bulunsalardı: Fraksiyon adını alırlardı. O zaman her fraksiyonun eğilimine düşen ad verilirdi. Oysa bütün bu eğilimler ortada Proletarya Partisi’nin bulunmadığında sözbirliğidirler. Demek 40 yılın kazancı Parti’yi yitirmek olmuş! Fraksiyonlar da birbirleriyle çatışan “Bağımsız” Führerlikler haline gelmiş.
Bu durumda susmak, çeşitli oportünizmlerin Sosyal-Faşizme karmalarını önlememek olurdu.”
Kıvılcımlı, kitap boyunca kimi yerlerde “40 yıl önceki bir anıda” diyerek kendisinin 30’lu yıllarda kaleme aldığı, 70’lerde henüz bütün olarak yayınlanmamış, Yol etüdünden-çalışmasının bölümlerinden alıntılar yapıyor. Yani, 1930’dan 1970’e uzanıyor. Ayrıca biliyoruz ki Kıvılcımlı 70’lerde olanak bulduğu ölçüde Yol çalışmasının Türkçeye aktarılmasına çalışıyor, Türkçeye aktarılmış olan bölümler Sosyalist gazetesinde yayınlanıyor. Ama gelen 12 Mart zılgıtı tüm çalışmaları yarım bırakıyor.
Zortlamaya Giriş ten sonra 1.bölümün II. Ayrımı
Minima Program-Demokratik Devrim-ABA’cı TİP Oportünizmi
“Bu Ayrımda Sosyalist Parti’nin Minima (Enaz: Asgari) programı içine giren Demokratik Devrim problemi açısından Burjuva, Küçükburjuva ve Proletarya’nın bakımları ele alındı, TİP ABA’cı (Aybar – Boran- Aren’ci) oportünizminin (Sendikalizm + Parlamentarizm) açısından ekonomik köksüzlüğü belirtildi. O yüzden başvurduğu: “Tepeden inme” düşmanlığı, “Başa güreşme” atmasyonu ve Sosyalizme (Maksima: Ençok: Azami Program) kaçamağı karakterize edildi”
ABA kısaltması Kıvılcımlı’nın kullandığı bir kısaltmadır. TİP liderlerinden, Mehmet Ali Aybar’ın A’sı, Behice Boran’ın B’si ve Sadun Aren’in A’sı olarak. Bu kısaltmanın ABA’nın Türkçedeki karşılığı ile bir ironi var mıdır bilmiyoruz.
Bu ayrım 10 alt başlıkla detaylandırılmış.
Türkiye’de devrim stratejisi 40 yıl önce, ta 1930’lardan beri ortaya konulmuş ve DD-Demokratik Devrim olarak ama işveren sınıfı öncülüğünde değil, işçi sınıfı öncülüğünde DD olarak anılmıştır. Yani strateji bellidir, DD stratejisinin temelleri 40 yıl önce atılmıştır. Kıvılcımlı, yukarıda belirttiğimiz gibi, o tarihlerde henüz yayınlanmamış Yol serisinden alıntılar yapar isim vermeden. Kıvılcımlı’nın, bu etütlerine ne kadar önem verdiği, aradan geçen 40 yıla rağmen o dönem çizilip partiye sunulan, önerilen devrim strateji planının 70’lerde halen güncelliğini koruduğunun kanıtıdır. Bu noktada bir anımsatma yapalım.
Kıvılcımlı sonrası dönemde, Kıvılcımlı’nın arkasından, Yol serisinin yayınlanmasından sonraki yıllarda, Yol’u yazan, 30’lu yılların Kıvılcımlı’sı ile 70’lerin Kıvılcımlı’sı arasında farklar vardır, Kıvılcımlı Kemalizme çark etmiştir, Yol’da savunduğu fikirlerden vaz geçmiştir gibisinden Kıvılcımlı’yı inkarlarına gerekçe arayanlara, gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu savı dillendiren kimi eğilimlere, tokat gibi bir yanıttır, Kıvılcımlı’nın en ünlü polemik kitabı olan bilinen bu kitap da yazdıkları. Kıvılcımlı çizgisinde aynı tutarlılıkla ilerliyor, stratejisini çizmiş olarak. 1930’ların Yol Etüdünü yazan Kıvılcımlı’sı ile 1960-1970’lerin Kıvılcımlısı arasında ana stratejide bir değişiklik yoktur. Aksini savlayanlar, Kıvılcımlı’yı bırakın anlamayı hiç okumadıklarının, kulaktan dolma duyduklarıyla yetindikleri, binlerce sayfa bulan çalışmalarını sabırlıca okuyup etüt etmediklerinin kanıtını, kendilerini ele vererek yapmaktadırlar. Esas itibari ile 1930’ların Türkiye’sinde, Parti’ye, Komintern’e sunulmak amacıyla illegalite koşullarında kaleme alınmış Yol çalışması ile 60’ların sonrası Türkiye’sinde, legal yayınlarla legalitenin zorlandığı, istismar edildiği yayınlara bakarak evet sadece bakarak -okumak asla, şartları değerlendirmek asla- üstelik şaşıda bakarak kalem oynatanlara sadece ve sadece Cahil Cüreti deyip devam edelim.
Kıvılcımlı, o günün moda deyimiyle “Strateji çizmek” denince olması gerekeni 3 somut şart sıralar.
“Strateji çizmek:
a) Aklına esenin işi değildir. Partice çizilir.
b) Soyut Kavram, Slogan atmak değildir. Somut Pratik Program ister.
c) “Formül ezberciliği” devrimci güçsüzlüğün belgesidir.
“Kırk yıl sonra Türkiye’de ne yapılıyor?” diye soruyor Kıvılcımlı. Bu bölümden başlayarak kitap boyunca çok sık olarak, Lenin’in en ünlü, tanınmış, eserlerinden olan İki Taktik kitabından alıntılar yapılır. Kıvılcımlı’nın çalışmalarında kullandığı yöntem, her daim temel dayanakları, işlediği konuya göre Marksizm’in ustalarıdır ve ülkenin temel sınıf karakteristikleridir. Burada söz konusu strateji, taktik, vb. gibi ise tabii ki Lenin’in 1905’de yayınlanan, İki Taktik kitabı en önemli yeri alacaktır. Partice, yani siyasi iktidar savaşı yapan örgütçe, soyut değil somut pratik program, formül ezberlemeden, su üstüne yazı yazarak değil, 3 ana prensiple strateji (veya taktik veya herhangi bir politik problem) çizilir.
Türkiye’de, Türk burjuvazisi kendi devrimini yapmıştır ama tam olarak tamamlanmamıştır. Türk burjuvazisi için devrim meselesi bitmiş o sayfa kapanmıştır. Bu aşamadan sonra Demokratik Devrimin tamamlanması işçi sınıfının görevidir. Bu noktada iki temel eğilim ortaya çıkar.
Küçükburjuva Devrimciliği ve Proletarya Devrimciliği
Çağ devrimler çağıdır, kimsenin kuşkusu yoktur bundan. Sorun, “Hangi devrime hangi sosyal sınıf baş çekecektir?” Tartışma budur. İki Taktik’te anlatılanlar, 1905 Çarlık Rusya’sında bu sorulara cevap arayışlarıdır. Kıvılcımlı’da 1905’den alır meseleyi.
“Demokratik Devrimi bitmemiş ülkede iki tip Strateji belirir:
a) Küçükburjuva görüşü: Kapitalizme uğramadan Sosyalizme geçmek (Narodnik anarşisi).
b) Proletarya görüşü: Kapitalizm kaçınılmazdır. Burjuvalar için olsa da, İşçi Sınıfı ve Halk için de
olumlu yanları ve olumsuz yanları vardır.” Bu noktada başka bir soru gündeme gelir, Çarlık Rusya’sında burjuvazi cılız, Marksistler ne yapacak o zaman?
Burjuva Devrimciliği ve Proletarya Devrimciliği
Menşevik-Azınlıkçılar ve Bolşevik-Çoğunlukçular ayırımı gündeme gelir.
“Kalp Marksistlerce: İşverenleri ürkütmemek için hükümete katılmamalı, Avrupa’da Sosyalizm tutarsa
iktidara geçmeli.
Gerçek Marksistlerce: İşverenleri bırak. İşçi kardeş, köylülerle birleş. Biz iktidarı alırız, Avrupalılara örnek oluruz.”
“Bu iki zıt sonuç, Azınlıkçıları (Menşevikleri) kendi ülkelerinde halktan kopardığı, köylülere güvensiz bıraktığı için, ister istemez ülke dışından yabancı güçlere bel bağlatıyordu. Çoğunlukçular ise tam tersine, kendi topraklarının insanlarına, başta köylülüğe dayandıkları için, dışarıdan yardım ütopyasına kapılmıyorlardı.” Kıvılcımlı, çok kısa olarak iki tezin liste biçiminde karşılıklı özetini yapar ve Lenin’in Çarlık Rusya’sı örneklerinden günümüze, ABA’cı TİP’e gelir. (Kitaptan okunabilir, s.37-38)
“TİP ABA’cıları (Aybar – Boran – Aren’cileri); TİP Minima Programı (Demokratik Devrim) dururken, Sos-
yalizm (Maksima Program) taslamakla, Halk Cephesi gibi günün görevlerinden kaçtılar. İşçi Sınıfının (Bilinç- Örgüt – Eğitim) gereklerini atlattılar” Günlük görevler yerine, asgari program yerine, DD-Demokratik Devrim yerine azami program, SD-Sosyalist Devrim diyerek mücadeleden kaçtılar. Günümüzde TKP ve benzeri örgütler örnek verilebilir bu eğilimlere. “Oysa ABA’cıların Keskin Sosyalistlik demagojilerine 65 yıl önce kesin karşılık verilmişti. Minima Programla Maksima Programı birbirine karıştırmak, yaşadığı toprağı ve insanları tanımamaktan, turist sosyalist olmaktan başka bir şey değildi.” Diyerek İki taktik’ten uzun bir alıntı yapar Kıvılcımlı. (s.39 okunabilir)
“Tepeden İnme” Alerjisi: Çok Yönlü Mücadeleden Kaçmadır.
“TİP’in, nispeten elverişli ortamını sağlayan 27 Mayıs’çılığa karşı ABA’cıların: “Tepeden inme” diye
alerji gösterişleri, Finans-Kapitalin Karşıdevrimini “demokratik” rahatlıkla başarması için duman perdesi
yaymaktı.”
“ABA’cılar 27 Mayıs’çılığı hor görmekle, Finans-Kapitalin Karşıdevrimini rahatça sağlaması için “Demokrasi Duman Perdesi”ni saçıyordu.
Demek, dövüşün ne “Tepeden”, ne “Dipten”, ne “Yukarıdan”, ne “Aşağıdan”, ne “Üstten”, ne “Alttan”yapılması diye bir Skolastik şart, hayatın diyalektiğine sığmazdı. Mesele olayları ve güçleri doğru değerlendirebilmekteydi. Her an yeni dövüş şartları ve biçimleri gerekirdi. ABA’cılar, hem bindikleri dalı kesiyorlar, hem Finans-Kapitalin demagojisini haklı çıkararak, çeşitli mücadele biçimlerinden TİP’i yoksul bırakıyorlardı.”
Kıvılcımlı bu noktada, TİP’in başa güreşme, zafer, iktidara geliyoruz tezlerini ortaya attığı momentte yaman bir polemik yapıyor.
“İktidar Finans-Kapital ipoteğinde iken, Halka ve İşçi Sınıfına tersi olacakmış pozunu takınmak, bir şişe boya ile her derde deva satan şarlatanlıktan da öte bir ihanettir. Çünkü halkın Sosyalizme güvenini baltalamıştır, Gençliğin antuzyazmın [İstek, coşku, şevk] çarçur etmiştir. Devrimci ortamı kötülemiştir.”
““Başa güreşme”ye gelince, onun da, yalancı pehlivanlarının “kursaklarında kalacağı” paçalarından sızıyordu. Tarih ne diyordu:” diye sorar Kıvılcımlı ve Lenin’den alıntılar.
“Bir zaferin temel şartlarının bulunmadığı bir durumu, kesin zafer olarak nitelendirmenin, Sosyal-Demokrasi için hiçbir vakit hoş görülemeyeceği söz konusudur.”
“Sen, İşçi Sınıfının ve Köylülüğün yığınları Bezirgân Partiler ipoteğinde iken, yakında iktidara geçeceğinden söz et: Demirel misin be mübarek!.. Sen, Mussolini’den aktarma T. Ceza Kanunu’nun, eski
Kemalist Anayasaya nasılsa girememiş maddeleri, yeni Anayasa ve Seçim Kanunu’na birer Demokratik gelişim gibi sokulurken onların “Tastamam” uygulanması için kan teri dök: Sükan mısın be mübarek!.. Sen, Suudi Arabistan’ın petrollü hacı-yağı borularından, yerli Finans-Kapital “Sincabî beyleri” ile “Tefeci-Bezirgân Hacıağaları”na Dolarlı fodlalar yağdırırken, başka işin kalmamışça, TİP’e girmiş ya girecek iki üç eski sosyaliste “kursaklarında kalacak” şantajıyla en “tepeden inme” zılgıtları zehir hafiyelik ve Sendikacı sopası biçiminde kaşarlatıp yağdır: CIA mısın be mübarek!.. Karagöz gibi “yıktın, viranettin perdeyi… “
ABA’cılar Türkiye Halkını ve İşçi Sınıfını bu mavallarla oyalayıp politika moralinde sıfıra indiriyorlardı. “Proletaryanın bilinçli elemanlarını” ve Devrimci Gençliği TİP’ten soğutarak, Karayüzlü Komandolara elsiz, ayaksız, “kafadan gayrımüsellâh” bırakıyorlardı.
Kim derdi ki bu “yağlı pehlivan”ların çıkarıp attıkları kirli kispetlere
hevesli başka pehlivanlar türeyecek?”
TİP’i sendikacılar kurmuştu. Parlamentoya girmek ilk amaçları oldu. Milli artık esaslı seçim sisteminden faydalanarak girilen ilk seçimden 15 milletvekili çıkarılınca 69 seçimlerine başa güreşme, zafer sarhoşluklarıyla girildi. Türkiye’de Sendikalizm ve Parlamentarizm konusunda ise Kıvılcımlı şöyle yazıyor: “Türkiye, Finans-Kapitalin sömürgemsi yangın yeridir. Öyle olduğu için, Aşırı-Kârla oturaklılaşmış bir Sendikalizmci “Aristokrat amelesi” ve “Parlamentarizm”ci “Aydın Küçükburjuvazisi” olamazdı.” Bizde nasıl oldu? TİP liderlerinin anlamadığı buydu, bizde meşru bir Parlamentarizm in temelleri yoktu, sonuç olarak da ufacık bir seçim yasası değişikliği ile iktidar hayalleri tuzla buz oldu. (DİSK, CHP örnekleri)
“Seçim gitti: ABA’cılar bitti. Ölüm falları: (Demokratik + Sosyalist) devrimi “ilk” yapmaktı. Dokunulmadan düştüler.
“Başa güreşme” gösterileriyle girilen 1969 Seçimlerinden 2 tek Milletvekili ile çıkılınca, TİP liderleri İskambilden Şatolar gibi birbirlerinin üzerine yıkıldılar… Bunca yağmur duasına çıktıkları Parlamenta-
rizm göklerinden, mutsuz “baş”larına taş yağmıştı. Külahını kurtaran kaptandı.”
“Türkiye’de konu, gelecek Devrimin “Güleryüzlü” veya “Demokrat” mı olup olmayacağı değildi. Sosyalizm: Maksima (azami) programdı. Bugünkü Türkiye: Minima (asgari) programı gerçekleştirme durumundaydı. Minima Programın bin bir yakıcı konusu oportada çözüm beklerken, Maksima Program (Sosyalizm) üzerine mız çıkartmak, en hafif deyimiyle kaçak güreşmekti. Buna dünyada “Oportünizm” adı verildi. Sırf Sendikalizm: İngiltere’de Tradünyonizm, Çarlıkta Ekonomizm adını aldı. Sırf Parlamentarizm: Batıda Reformizm, Çarlıkta “Legal Marksizm” adını aldı…”
Ayrım III
En Eski Sosyalizmden Enyeni Sosyalizme (Ak Aydınlık)
Kıvılcımlı bu ayırımda incelenecekleri özetliyor.
“Bu Ayrımda, Eneski Sosyalizmin Teorik ve Pratik kazançları “Susuş Kumkuması” ile yok edilmek istendikçe, Yeni Sosyalizmin nasıl Burjuva (ABA’cı) ve Küçükburjuva (Yön-Devrim) ana tezleri önünde apışıp kalacağı ele alındı. Enyeni ve Yeni Sosyalizm parçalanışında Eneski Sosyalizmi etüt etmek ve lafta değil iş’te saymak istemeyişin kompleksi ve yarattığı Bâbil Kulesi belirtildi. Enyeni Sosyalizmin (Eskilik-
Bireycilik-İlke) gibi konularda Küçükburjuva eğilimi yüzünden Parti dışında: Bilinç-Çizi-Hazırlık-Açıklama kuruntuları göze çarptırıldı”
11 alt başlıkla konu detaylandırılır.
“Diyalektik birikiş, (Ajitasyon + Propoganda) alanında yetti arttı. Artık Örgüte: Proletarya Partisine Diyalektik atlayış her saniye geciktikçe, iş saçmalamaya varmaktadır.”
“Diyalektiğin bir ana kuralı da Birikim momentini gerekli anında Atlama momentine sıçratmaktır.”
Aydınlık Dergisi etrafında yaşanan ayrılık, bu bölümün merkezini oluşturmaktadır. Aydınlık Dergisi için notlara bakılabilir) Kıvılcımlı, incelemesine diyalektik birikim ve diyalektik atlama momentleri açısından, ülkenin içinde bulunduğu aşamalar açısından değerlendirme yaparak başlar. Devrimci mücadelede, Ajit-Prop (Ajitasyon, Propaganda) kısmı işin hazırlık, aksiyona hazırlık kısmıdır, Kıvılcımlı’nın verdiği örnekle, Ekmek yapma işleminde, unu öğütmek, hamura hazırlamadır. Esas olan, bu ajit-prop çalışmasının, devrimi yapacak örgüte varmasıdır. Yani hazırlanan hamurla ekmek pişirmektir, ekmek sonucuna varmayan unu öğütme işlemi heba olur gider.
Ajit-Prop Örgütlenmeye Varmalı. “İşçi Sınıfına dayanmak: Sosyalist Örgüt’le olur. Sosyalist olmayan örgüt de, örgütlü olmayan sosyalist de hiçtir. Sosyalist örgütsüz Proletarya da olsa hiçtir.”
Eneski Sosyalizmin Davranışları. Kıvılcımlı bir özet sunar 20’lerden 70’lere Eneski sosyalistlerin gerek teorik gerekse de pratik te yaptıklarına, yayınlarından, parti çalışmalarından bahseder. “ABA’cı oportünistler sosyalist örgütü biçimsizleştirince ilk tepki Eneski sosyalizmden geldi. 1965 Marksizm Kütüphanesi yayını: “Türkiye’de Kapitalizm, Tarih-Devrim-Sosyalizm, İlkel Sosyalizmden Kapitalizme ve ilh…” emekleriyle Türkiye’nin melez ekonomi ve sınıf ilişkileri açıklandı: 1- Büyük şehirlerin birkaç yüz modern Finans-Kapitali, 2- Kasabaların birkaç bin Antika Tefeci-Bezirgânı… Türkiye’nin egemen ekonomi ve toplum yapısını karakterize ediyordu. Bu kesinlikle anlaşılmadıkça Burjuva (ABA’cı) ve Küçük-burjuva (Yön) “sosyalizminden” kurtulunamazdı.”
“27 Mayıs Politik bir Demokratik Devrimdir. Türkiye’de, o zamana dek, yalnız Finans-Kapital ve Tefeci-Bezirgân sınıflarının en ılımlısından en aşırısına (Faşistine, Irkçısına, Nurcusuna ve ilh…) verilen “ka-
yıtsız şartsız” (hiçbir ceza kovuşturmasız) legal hürlüğü, 27 Mayıs, sözde olsun ılımlı Sosyalizme de tanıdı.”
““Emekçi” ve “Vatan” Partilerinin 1945-1954 Teorik ve Pratik gelenekleri hiçe sayıldı. Demokratik
Devrimi yerlileştiren “Birinci Kuvayimilliyeciliğimiz” (Gerekçe), “İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz” (27
Mayısçılara Açık Mektuplar), “Sosyalist” Gazetesi, “Sosyalistlerarası Konferans”, “Uyarmak için…” düşünce ve davranışları (Finans-Kapital) ve (Burjuva +Küçükburjuva) Sosyalizmlerince baltalandı.”
“1954 yılı kurulmuş, 1960 yılına dek boğulurcasına kanlı, gözyaşlı, zindanlı, işkenceli Düşünce ve Davranış örnekleri vermiş bir Vatan Partisi vardı. 1920 Eneski Sosyalizm Programı, 15 yıl sonra “Marksizm Biblioteği”, “Tarihî Maddecilik Kütüphanesi”, “Emekçi Kütüphanesi” gibi seri yayınlarla Teorik alanda; 20-25 yıl sonra “Türkiye İşçi Çiftçi Emekçi Partisi” ve o baskına uğrayınca “Vatan Partisi” hem Pratik, hem Teorik alanda legalite suyunun yüzüne çıkmıştı.”
Eneski Sosyalistler ve Yeni Sosyalistler. Kıvılcımlı esas olarak, Mihri Belli ve MDD çizgisini eleştiri yapmaktadır. “Yeni Sosyalizm: Eneski Sosyalizmin orijinal çabalarını (İkinci Millî Kurtuluş tezini), bir “çeviri” olan: Burjuva “Demokratik Devrimi” başına “Mîllî” sözcüğünü geçirerek örtbas etmekle, asıl Devrimin en önemli iktidar problemine Yönvâri yan “çizdi“. Kıvılcımlı burada eski-yeni elek benzetmesini yapar. “Yeniler Tercümeyi seviyorlardı. Çeviri yaptılar. Ne iyi. Yeni Sosyalistlerden kimse Eneski Sosyalistlerin birikimini dileyemezdi. Hiç değilse Bilimcil Sosyalizmin kimi klasiklerini Türkçeye kazandırmaları, en yeni kuşaklar için, hele yabancı dil bilmeyenler için önemli bir işti.
Ya Türkiye’nin Ekonomisi, Sosyal yapısı, Sınıf ilişkileri?
Onu da Eneskiler düşünsün müydü? İşte buna Yeni Sosyalistler pek kıyışamıyorlardı. Eneskiden bir taş alırlarsa, daha doğrusu aldıklarını saklamazlarsa, başlarına taş yağacak gibilerine geliyordu. Enes-
ki Sosyalistlerin kendilerini, yenilerin çıkaracakları dergide, en görünmez yere atılmış bir taş gibi kullanabilirlerdi. Eserlerine gelince!
Eneskilerin eserleri diye bir şey var mıydı? Hadi canım siz de! Öyle saçma sapan Eneskilerin değeri olsa, bitpazarına nur yağardı. Yeni’ler En Yeni kuşakları Eneski düşünce ve davranışlarla “kafakarışıklığına” uğratamazlardı. Eski elek çöplüğe, yeni elek yeni ve yüksek çiviye asılacaktı.
Eski elek: “İkinci Kuvayimilliyecilik” yahut “İkinci Millî Kurtuluş” idi. Çünkü Birinci Kuvayimilliye ve Millî Kurtuluş 1919-23 yılları bitmişti. İkincisi 1950 yılları Teorik ve Pratik bütünüyle, Stratejisi, Taktiği 1923
ve 1930 planlarına göre, hem de Parti Örgütü ve Parolası ile başlatılmıştı. 1960 yılı 27 Mayıs siyasi devrimi ile amortize edilmişti.
Yeni Sosyalistler ona katlanamadılar. Yeni, yepizyeni bir “Strateji” istiyorlardı. Yeni elek: Millî Demokratik Devrim oldu.”
Demokratik Devrim-Halk Devrimi. “”Millî” demek “Burjuva” demektir. Kelime oyunu yapma. Memleketinin orijinal sınıf mücadelesini maskeleme. Demokratik Devrim “Halk Devrimi”dir. Burjuva yağmurundan kaçarken Küçükburjuva dolusuna tutulma.”
“Ondan kolayı ne var? Yaptırırsın bol şekerli bir kahve, yakarsın -efendime söyleyeyim- telli sigarayı, yatarsın arka üstü. Açarsın İki Taktik çevirisini. Bir daha şöyle üstünkörü göz atıverirsin… Buldurur mu sana Türkiye’nin Sosyal yapı orijinalitesini? Hayır. Sana yalnız o karmakarışık müstebit Çar Rusyasının çetin sosyal ve politik savaşları ortasında gelişen bir tek “Burjuva Demokratik Devrimi” formülünü verir.”
Buradan kıvılcımlı, dönemin Aydınlık Dergisindeki ayrılmalara gelir. ASD-Aydınlık Sosyalist Dergi etrafında derginin 15. Sayısından itibaren, Ocak 1970’de bir bölünme-ayrılık yaşanmıştır. (Notlara bakılabilir) İki gruba ayrılırlar. Bir grup ki başında Doğu Perinçek vardır, PDA-Proleter Devrimci Aydınlık diye dergi çıkarırken, diğer grup ki başını Mihri belli çekmektedir, ASD-Aydınlık Sosyalist Dergi olarak yayınlarını sürdürmüşlerdir. Farklarını ortaya Dergi kapağının rengini değiştirerek koymuşlar, Kıvılcımlı’da bu değişikliğe istinaden Al ve Ak Aydınlık diye adlandırmıştır. “Yeni Sosyalist Al (yahut Renkli) Aydınlık, II.Emperyalist Evren Savaşı sonrası, Enyeni Sosyalist Mor (yahut Ak) Aydınlık, 27 Mayıs sonrası Aydın Gençlik eğilimleridirler. Ana yanılgılar Proletarya Partisi dışında tartışma ve eylem kuruntularıdır. Yanılmaz Papa çalımları da cabadır.”
İki Aydınlık grubunun ayrışması, aralarındaki çelişkiler, esas problemler hiç tartışılmamıştır. Çözüm bulmak yanlışları düzeltmek her zaman olasıdır der Kıvılcımlı, yeter ki yanlışın nerede ve nasıl düzeltileceği bilinsin. Yanlış, örgütte, organda yani Partide düzeltilir. “Ortada üyeleri belirlice seçilerek eğitilmiş ve demir disiplinli bir Proletarya Partisi bulunmadıkça, her problem sınırsızlık ve biçimsizlik içine düşebilir. Örgüt, yani gerçek Proletarya Partisi dışındaki başka problemler, yalnız öyle bir ölçünün yaratılması uğruna ve hemen hizaya gelinerek tartışılabilir.”
“Eneski Sosyalizmi “bend”lemek (ABA’cılık)’ta, “sansür” etmek (MDD’cilik)’te: (Fraksiyon-Yuvar-Provokasyon) üçüzünden kurtulamaz. Proletaryasız sosyalizm ve sosyalist partisiz devrimcilik boşuna
ajitasyon ‘dur.”
“Eleştiri ortamı da, ilkelerin doğruluğu da Proletarya Partisinin PRATİK’inde gerçekleşir.” Kıvılcımlı bu nokta her daim rehber edindiği bir cümleyle devam eder. Yüzlerce güzel hoş, doğru, soyut kavramlar, ilkeler olabilir, yeter ki Nasıl uygulanacak sorusuna yanıt verebilsinler.
“İlkelerin içyüzleri pratikteki yerleri ve karşılıkları ile ölçülür.”
Kıvılcımlı, Al-Aydınlık, MDD çizgisini ilerleyen bölümlerde didik didik ederek eleştirecektir, bu ayrımın son alt başlığını önceki sayfalardan itibaren PDA dergisinden alıntılarla incelediği Ak-Aydınlık çizgisine son bir alt başlık açarak ayırır.
Ak Aydınlığın Dedikleri
Çok kısa, özet, ama o ölçüde net, kesin bir ifadeyle o zamandan günümüze uzanan PDA çizgisini mahkum eder. Bu anlamda olağanüstü önemde birkaç sayfacık (s.61-63 okunabilir) Proletarya Partisi için hala şartlar müsait mi değil mi, hazırlıklar tamam mı değil mi mızmızlıklarına, tartışmalarını yapa duranlara Kıvılcımlı çığlık atarcasına seslenir:
“Bunlar sanki insan ayağı basmamış Türkiye denilen sönük yıldıza Devrimci Uçan dairelerle konmuş Merihli üstinsan astronotlarıdır. Hazırlığı, açıklamayı, hatta örgütü lafla yapacaklar!….
Belki ağır konuşuyoruz. Bırakın da hafifliklerimiz beğendikleri bulutlarına uçsunlar…
Her gün İşçi grevleri, Köylü işgalleri ve ayaklanmaları patlıyor. Gençlik, yarış ederce geberen Finans-Kapital oligarşisine, mezarından zorla hortlatılmış Tefeci-Bezirgân plütokrasisine karşı her gün kanlı dövüşler yapıyor. Genç şehit kanları, İşçi-Köylü
canları dökülürken, bir Proletarya Partisi için “ŞARTLAR MÜSAİT” mi diye diye hâtiften [gaipten gelen ses] CIA sesinin vereceği Şahane “İrade’i Seniyye” [padişah buyruğu] ve “Fetvayı Mübin” [şeyhülislam fetvası] beklenecek.
Hepimize söyleyelim: bu tartışma çıtkırıldımlığının iler tutar yanı kalmamıştır. Kendimize gelelim. Yarım yüzyıllık Bilimcil Sosyalist Devrimci geleneğimize, bir yanda “İlân’ı aşk”ederken, ötede ağız dolusu sövmeyelim. Sıkı mı, 5 kişi de olsanız, 10 kişi de, bir araya gelmek istiyor musunuz? Bunun lafı kalmadı, Gerçekten “SAF” bağlayıp, bir Proletarya Partisinin çelik çekirdeği içinde demir disiplinle her şeye göğüs gerebilir misiniz? Değilse, devrim gevezeliği niye? Medrese mollalığı bile, halkın içine goygoycularını bir merkezden örgütleyip yollardı. Siz başsız goygoyculukla cihangir olamazsınız”
PDA, Doğu Perinçek çizgisi için, CIA Sosyalizmi teşhisi henüz dillendirilmemiş olsa da bu teşhisin nüveleri yukarıdaki cümlelerde atılmıştır. Hayat bir kez büyük düşünür teori ve pratik insanı Hikmet Kıvılcımlı’yı haklı çıkarmıştır.
Ayrım IV
Eneski Sosyalizmden Yeni Sosyalizme (Al Aydınlık)
Kıvılcımlı bu ayırımın başında da yine, incelenecekleri özetliyor.
“Bu Ayrımda: 50 yıllık bütünlüğü bulunan Minima Program somutluğu yerine, Taktikten bile koparılmış Soyut bir Strateji gösterişinin getirdiği Primitivizm (ilkellik) geriliği ele alındı. Türkiye’nin Sınıf ilişkilerindeki orijinalite örtbas edilmeye çabalandıkça, nasıl Evrim ile Devrim’in, Strateji ile Taktiğin karıştırıldığı, sırf genel ve ilkel hakikatlerin tekerlendiği ve bir kuru “Slogan”ın Parti ve Proletarya yerine
geçirildiği belirtildi. Sınıfı ve Halkı bilince, örgüte, eğitime kavuşturacak “Pratik Yollar” sağlanmaksızın, “genel slogan”dan her şeyin beklendiği ve net Parti yerine Menşevik “Örgütlenme – Prose” yolundan “Katkı” yumurtlamalarına gidildiği karakterize edildi.”
10 alt başlıkla konu detaylandırılır.
Strateji ile Taktiğin Karıştırılışı alt-başlığı ile konuya girilir.
“Sosyalizmin Minima Programı somuttu: Stratejiyi de Taktiği de içine almıştı. 50-40-33-20-16 yıl önce durmaksızın işlenen Demokratik Devrim bütünü birkaç yıldır parçalandı. ABA’cılar Taktiği, MDD’ciler Stratejiyi ayırıp soyutlaştırdılar.”
“Az çok gördük: Türkiye’de Sosyalizmin “Stratejisi” 50 yıl önce konulmuş bulunan Minima Program’dır. Bu program, “Milli”yahut “Burjuva” başlığının konulmasına yer kalmaksızın: “Demokratik Devrim”
Stratejisi ve Taktiğini içine almıştır. 40 yıl önce aynı Demokratik Devrim Stratejisi ve Taktiği bütün ayrıntıları ile işlenilmiştir. 33 yıl önce “Demokratik İnkılâp” adıyla İşçi-Köylü açısından en somut biçimde
yazılıp yayınlanmıştır. 20 yıl önce bir, 16 yıl önce bir daha: Demokratik Devrim, Türkiye’de kurulan iki Sosyalist Partinin, Emekçi ve Vatan Partilerinin resmî Program ve Tüzüklerinde pratikçe uygulanmıştır.”
Kıvılcımlı Demokratik Devrim stratejisini ve taktiğinin yarım yüzyıllık özetini yazar. Nedir bunlar, Kıvılcımlı’nın 1920-1930-1937-1950 ve 1954 yılları diye sıraladıkları. 1920, TKP çıkışı, 1930 Yol serisi, 1937 Emekçi kütüphanesi yayınları, 1950 ve 54 iki sosyalist parti çıkışları. (Emekçi partisi için notlara bakılabilir) Dönemin en çok tartışılan konusuna gelince,
Devrim Konağında mıyız? Evrim Konağında mı?
“Ekonomik bunalım her patlamayı getirebilir. Ama bu patlama 10 yıldır süren Karşıdevrim’le önlendikçe Atlayış-Devrim içine girilemiyor. Hele Proletarya Partisi’nin bile şartlarını “Hazır” bulmayan MDD’ciler: Birikim-Evrim konağında bulunduğumuzu nasıl görmezler?”
“Dünya bir bunalımlar ve devrimler çağını yaşıyor. Bu tartışılmaz gerçekliktir. Türkiye, o dünyanın bir parçası olarak ister istemez Kapitalizmin her an patlayacak Bunalımları ve Devrimleri dışında kalamaz.
Ancak, öyle bir çağda yaşamak başka şeydir, o çağın belirli somut devrim kesimi olmak, başlı başına dolaysız devrim konağını yaşamak başka şeydir.” Kıvılcımlı kesin bir dille, ikircikliğe yer vermeden, her türlü kafa bulanıklığını bertaraf edercesine yazar ve hemen iki somut taktik önerir.
“Evrim birikimi konağındayız.”
“Strateji içinde Taktik: Bulunulan konağın Taarruz mu, Ric’at ya da Savunma mı gerektirdiğini; Sırf Tak-
tik: O konağa uygun (Dövüş+Örgüt) Biçim ve Parolalarını açık belirlemektir. MDD’ciler bu somut planı,
Türkiye’nin, objektif sınıf ilişkilerinden çıkaracak yerde, ezbere ve soyut strateji sloganı tekrarlıyorlar.”
“Evrim konağında Strateji denildi mi, sırf Strateji olarak Strateji düşünce ve davranışlarını soyutça tekrarlamak mollalık olur. Strateji geleceğin perspektifidir (uzak ufuklarına bakıştır). Günün konusu, 50
yıldır bilinen o perspektife göre: Strateji içinde Taktik veya Taktik olarak Taktik biçimleri ve parolalarıdır.
Strateji içinde Taktik: Bize, Evrim Konağının, çıkış basamağında mı, yoksa iniş basamağında mı bulunduğumuzu araştırıp gösterir.
Taktik olarak Taktik: O iki basamaktan hangisine en uygun düşecek Mücadele ve Teşkilat (Dövüş – Örgüt) biçimlerini ve parolalarını ele alır. Bu ele alış aynı zamanda iki yönde işler: Dövüş – Örgüt biçim ve parolalarının önce bize (Parti’ye!) uygulama yollarını belirtir; sonra yığınlara benimsetme yollarını belirtir.
Bütün Sosyal “Stratejici”lerimize toptan bakınca, yazdıklarında ve yaptıklarında, o iki bakıma boş verdikleri görülüyor. Mesele kıyasıya somut Taktik iken, onlar kıyasıya soyut Strateji kesiyorlar.”
Strateji, Türkiye’de 50 yıldan beri bellidir. Demokratik Devrim dir. Şu anın politik görevleri nelerdir diye sorarsak bunlar “Siyasi İktidar Savaşı yapacak gerçek Proletarya Partisi’nin “Minima
Programı”na giren Taktik problemlerdir.” Durum budur. ABA’cılar Sosyalist Devrim diye, MDD’ciler Demokratik Devrim diye strateji tartışmalarına boğulup giderken An’ın görevlerini kavramamış olduklarını da ele veriyorlar. Kıvılcımlı, Lenin’den alıntılarına devam eder. MDD’ciler ne yaptılar diye sorar. “”Tam Bağımsızlık+Gerçekten Demokrasi” şiarını bayraklaştırdılar. Şiar, Türkiye’de Eneski Sosyalizmin en doğru parolası idi. Ama, bir çiçekle bahar olmayacağı gibi, bir “Şiarla Devrimciliğin bitmeyeceği ortadaydı. İki Taktiğin kısaca “Cumhuriyet” parolası yerine uzunca “Tam Bağımsız+Gerçek Demokrasi” şiarı geçebilirdi. Ancak o şiarın yanında, üç şart daha vardı ki, yalnız birinin eksik oluşu, kurulacak sehpayı devirebilirdi. O üç şart şunlardı:
1- İki Taktik, bir Partinin şiarını savunuyordu. MDD’ciler değil öyle bir Parti’ye dayanmak, TİP’in içinde bile ABA’cılar gibi sapıklara kendilerini parti dışı ettirmişlerdi. O zaman “slogan” dayanaksız, havada
kalıyordu. Parti varlığı bu yüzden aşırıca ufaltılıyordu.
2- İki Taktik, Proletaryanın savaşını savunuyordu. Ve bunu söylerken, bütün gerçekliğiyle de proletarya hareketini temsil ediyordu. MDD’ciler, birkaç dergi yayını çevresinde heyecanlı Üniversite gençliğinden öteye geçememişlerdi. Aydın gençlik varlığı bu yüzden aşırıca abartılıyor idi.
3- İki Taktik, şiarın yanında “Pratik yollar gösterme”yi o momentin görevi sayıyordu. Parti’den ve Proletarya’dan kopuk kalan MDD’ciler, ister istemez Proletaryanın “en enerjik biçimde katılabileceği pratik yollar göstermek” işinde “elsiz, belsiz, dilsiz” kaldı.”
Sonuç olarak tek bir şiarla, tek bir sloganla birlik, cephe, disiplin kurulamayacağı ortadadır. Örgüt yokluğuna gelip dayanmaktadır mesele. Kıvılcımlı, partisiz devrimciliği, barutsuz topa benzetir. Parti yoksa, savaş meydanında ateş emri veren Osmanlı paşasının trajik durumuna düşülür. Kıvılcımlı eleştirilerini ve önerilerini sürdürür.
“Gerçek Devrimci zamanının % 99’unu “Pratik yollara” (İşçi Sınıfının günlük dövüş ve örgütüne) verir.
MDD’ciler: zamanlarının % 99’unu Strateji kesmeye, Slogan tekrarlamaya, % 1’ini de Örgüt olamayacağını
“Saptamaya” saptırırlar.”
““Gerçek Devrimci: Sınıf bilinci, Halk toplantıları, Ekonomik dövüş ve ilh… üzerinde var gücünü oturak-
lıca “kayıtsız şartsız sağladığı” için, artık patlayan Devrimin “genel Siyaset şiarlarına” kuvvet verir.
MDD’ciler, tersine: O görevlerin hiçbirini başaramadan, ezbere “genel slogan” atmakla Devrimde Pro-
letaryaya “hegemonya” sağlayacaklar.”
““Gerçek devrimciye göre: Proletarya Örgütü köle bağımlılığını kaldırır. MDD’ci üstatlara göre: “Bağım-
sızlık… sömürü alanına son” verirsek Proletarya örgütü kurulur! Gerçek devrimciye göre: “Planlı be-
lirli bir parti” başta gelir; MDD’cilerce: “Proleter Devrimci örgüt… davaya katkımızla orantılı”
olacaktır, yani “Örgütlenme – Prose” başta gelir.”
Kıvılcımlı Parti nerede diye sorar, Mihri Belli’nin MDD yazısından alıntılar yapar, cevap bulabilmek için. M.Belli’nin meseleyi çoktan sürece havale ettiğini görünce, ustadan, iki Taktik’ten alıntıyla bu ayırımı sonlandırır.
“İyi, güzel topçusunuz (Devrimcisiniz), ama barut (Parti) nerede?” diye sordunuz mu, MDD’cilerin en “kabadayı”ları gene iki türlü karşılık veriyorlar. Birincisi dişleri kenetleten şu ağdalı sakızdır:
“Proleter Devrimci örgüt kurma yolunda mücadelenin başarısı Türkiye’nin en önde gelen ulusal davasına, bağımsızlık davaca, ülkemizin emperyalizmin sömürü alanı olma durumuna son vermeyi amaç
edinen davaya katkımızla orantılı olacaktır.'”(Mihri Belli, MDD, 74)
“Proleter devrimci örgüt uğruna mücadele… ve ilh… ilh…” (ay, 75)
Çiğneyebildiğiniz kadar çiğneyin. Ağzınızda sakız çürüyor. Ağdalı sözcük sucuklarından başka, Parti konusunda dişe dokunur yenilir yutulur nesneye rastlanılmıyor. Hep “(…) örgüt kurma yolunda…”, “(…)
örgüt uğruna…”, MDD’ci Şıh’ların kendilerinden menkul kerametleri: “zamanı gelince“, bekleşen açık ağızlara tükürülecek. Bu düpedüz, Türkçenin o kaba ama yerinde deyimi ile: “Ölme eşeğim ölme! Yonca
bitecek” tekerlemesidir.
Onun Bilimcil Sosyalizmdeki anlamı ise, bugün Türkçeye çevirisi bile yapılmış, 65 yıl önceki örneklerde apaçıktır. Marksizm’in “Akılcıl Plan” önerdiği yerde, Menşevizm’in ünlü “Kendiliğindenci” “Organi-zasyon – Prose”ukalâlığını alaturkaca tumturaklandırmaktır.”
İkinci Bölüm
MDD Zortlamasının Açılışı
Birinci bölümden sonra İkinci bölüm neredeyse tamamen, esas olarak MDD eleştirisidir.
“MDD (Milli Demokratik Devrim)’in üç egemen Yuvar (Mahfil) karakteri vardır:
1- Sınıfları, bir Medrese hafızı gibi Skolastik biçimde görüş metodu;
2- Bu görüş (yani gerçeği ezbere görüş; yani görmeyiş) sonucu Türkiye’deki orijinal Sınıf karakteristiğini bir türlü duru koyamayış;
3- O iki sapmanın kaçınılmaz ürünü olarak sırıtan Proletarya Partisi gereğini “Şartlara” (MDD zaferine!) bırakış.
Bu üç MDD ana yanılgısını üç ayrımda gözden geçireceğiz.”
Kıvılcımlı Ayrımları numaralandırırken baştan itibaren alır, daha önceki bölümden devam eder.
Ayrım V
MDD’ciliğin Sınıf Skolastiği
2.Bölümün bu ilk ayrımında, Kıvılcımlı MDD çizgisinin sınıf skolastiğini inceler.
“MDD “ideolojisi”, “Halk Demokratik Devrimleri” çağında, “Millî” sözcüğünü sözde “katkı” yaparak “yenilik” göstermek sevdasıyla doğdu. Eneski Sosyalizmin savaş meydanındaki Minima Program kazançlarından koptu. Emperyalizmi Cunow’lar gibi yanlış (politik-dış) problem gibi koydu. Sömürge kurtuluşu ile Yarısömürge kurtuluşunu, Finans-Kapitalist ile Kompradoru birbirine karıştırdı. O yüzden TİP ABA’cılarına yem oldu. Kemalizm’i ve 1930 yılını, 1970’ten çok Sosyalizme yakın buldu. 1930’la 1945 arasındaki sınıf ilişkilerini bilmeyince, Demokratik Devrimi: Küçükburjuva Bağcılığına, Karşıdevrimi: ayağı kayıp düşen turist burjuva kayakçısının Dağcılığına çevirdi. İşçi Sınıfının anadan doğma Sosyalist olduğunu bıyık altından küçümsedi.
Bütün bu irili ufaklı yanılgılar komedyasında: bilgi kıtlığı denli Metot Skolastiği’nin payı büyüktür. Bu ayrımda diyalektiğe şaşı bakan MDD Skolastiğine değeceğiz”.
13 alt-başlıkla konu detaylandırılır.
Burada MDD terminolojisindeki Bağ ve Dağ meselesini Kıvılcımlı ilerleyen bölümlerde izah edecektir. Kıvılcımlı, Milli Demokratik Devrim mi? İkinci Kurtuluş Savaşı mı? diye sorar. Daha önce defalarca yazdığı çizdiği halde bir kez daha, gayet net bir biçimde, deyimler, tanımlar karışıklığına son verip ikircikliğe bırakmayıp meseleyi izah eder.
“MDD’ci Sosyalizmin: “Demokratik Devrim” dediği şey eskilerin “Demokratik İnkılâp” dedikleri şeydir.
Onun başına “Burjuva” yahut “Millî” sözcüğünün geçirilmesi ne yeniliktir, ne değişikliktir. Dünyada De-
mokratik Devrime, 1905’ten beri “Millî Burjuvazi” yerine İşçi – Köylüler baş çektikleri için: “Halk Demok-
ratik Devrimi” denilmiştir.
Türkiye’de Millî Demokratik Devrim: ilk “Kuvayimilliyecilik” veya “Millî Mücadele”, yahut “Kurtuluş Savaşı” idi. Şimdi Halka düşen Demokratik Devrime: “İkinci Kuvayimilliye” yahut “Halk Kurtuluş Savaşı” demek daha yerinde olur.”
(Kitaptan okunabilir, s.80-81) 1.Demokratik Devrim, milli mücadele, sömürgeleştirmeye karşı batı emperyalizmine karşı verildi ve kurtuluş savaşı dendi. İkinci Demokratik Devrim doğrudan doğruya finans kapitale (Uluslararası Finans-Kapital ile Yerli Finans-Kapitalin gerek sömürüleri, gerek tahakkümleri etle tırnaktır. Birinin kılına dokunulmadan, ötekinin kılına dokunulamaz) karşı verilecek, devrimin başına işçi-köylü halkın geçtiği halk demokratik devrimi olarak ikinci kurtuluş savaşı diye anılması sosyal gerçekliğimize uygun davranmak ve düşünmektir.
“Yeni Sosyalistlerimiz’in “MDD-slogan” biçimi altında yatan öz nedir?”
“MDD’ci Sosyalizm “Emperyalizm”i yabancı bir güç gibi korken, Türkiye’nin ekonomi ve sınıf yapısını anlamıyor. Birinci Kuvayimilliyeciler Emperyalizmi yabancı saymakta az çok haklıydılar. MDD’ciler bugün
o eskimiş anlayışı yenilemekte haksızdırlar.”
Kıvılcımlı, Mihri Belli’nin Nisan 1970 tarihli MDD yazısından alıntılarla sürdürür kritiklerini. MDD, sürekli Yabancı Emperyalizm-Yerli İşbirlikçiler diye soyutlaştırırlar hakim egemen sınıfları. Mihri Belli’nin yazılarında bolca, sıkça bu ifadeler geçer. Kimdir bunlar?
“MDD’ciler: “İşbirlikçiler” dedikleri sınıfı “Emperyalizm”den başka bir şey saymakla, hem Emperyalizmin Tekelci Kapitalizm olduğunu anlamıyorlar. Hem o yüzden 1970 Türkiyesini: ya Afrika ve Hindistan yahut 1919 Türkiyesi kadar gerilerde sanıyorlar.” Kıvılcımlı, M.Belli’den alıntılarını sürdürür bir örnek verelim. M.Belli yazıyor: “Kendi yaratığı olan İşbirlikçi sermayeden başka emperyalizmin Hindistan’daki yerli müttefiki Mihrace olmuştur. Afrika’da da köy büyücüsü, Türkiye’deki Yerli müttefiki ise, (işbirlikçi ortağı) feodal mütegalibedir.” (13)
Kıvılcımlı, artık dayanamıyor ve sözünü sakınmıyor.
“Ve ilk iri Tarihcil yanlışlarını burada anıtlıyorlar. Kolay ve ezbere kıyaslama ile bugünkü Türkiye’yi önce Hindistan ve Afrika ile karıştırıyorlar, sonra dünkü (50 yıl önceki!) Türkiye ile karıştırdıklarının umulmaz
bir kaygısızlıkla farkına bile varmıyorlar. O zaman bunca çaba ile yayılan o sözde “Yeni” şirinlik muskası MDD’nin ayakları yerden, Türkiye Toprağından kopuyor. Ya, mekân (yer) içinde Hindistan ve Afrika’ya uçuyor, yahut zaman içinde Osmanlı çağına doğru gerisin geri kanatlanıyor.”
Sömürge ile Yarısömürge kavramlarını karıştırıyorlar.
“Hint-Afrika: Sömürge idi (Gandi’yi yetiştirdi). Osmanlılık: Yarısömürge idi (Mustafa Kemal’i yetiştirdi). Kurtuluş Savaşı’nın ilk orijinal başlangıcı: Yarı-sömürge toplumun işidir. 1920 ile 1970 Türkiyeleri iki
bambaşka ekonomi ve sınıf yapılı toplumdur. Onları karıştıran MDD’ciler, çıkmaza mantık hilesiyle çözüm
ararlar: Millî Sınıf – Gayrimillî Sınıf icadı gibi…
“Oysa Türkiye denince, 1970 Türkiyesinden başkası akla getirilemez. MDD ideologlarının sık sık atıf yaptıkları 1939 (İkinci Emperyalist Evren Savaşı) önceleri Türkiyesi bile, ne Hindistan’dır, ne Afrika’dır.
Her “Sosyalizmin bilimi”ni yapmak iddiasına girişen akım, Dünyayı bilmekle kalmayacak (Dünya zaten ondan sorulmuyor), üzerinde yaşadığı toprağı herkesten iyi bilecek. Bu toprak ne Hint-Afrika toprağıdır, ne de 1919 Osmanlı toprağıdır.
Yalnız Türkiye Cumhuriyeti değil, Osmanlı Toplumu dahi, hiçbir zaman ne Hindistan, ne de Afrika olmuştur. Hindistan da, Afrika da; Filipin de birer SÖMÜRGE toplumudurlar. Osmanlılık en batakçı günlerinde bile, kendisine yutturulan Panislâmizm ve Pantürkizm afyonları ile dalga geçtikçe, büyük Sömürgeci metropollerin uykusunu kaçıran acayip YARISÖMÜRGE idi….”
“Eğer 1920 ile 1970 arasında geçen 50 yıl olmasaydı ve hele bu süre boyunca Türkiye: “Güneşin altında yeni hiçbir şey” geçirmemiş bulunsaydı mesele yoktu. Ne yazık ki, Sömürgelerle Yarısömürgeler arasındaki mesafe inadına kısalırken, 1920 Türkiyesi ile 1970 Türkiyesi arasındaki mesafe yalnız nicelik bakımından uzamakla kalmamış, asıl nitelik bakımından iki bambaşka egemen sınıf karakteristiği ile kutuplaşmıştır.
Bir ülkede Sosyal Strateji’den söz edebilmek için, o ülkenin Sosyal Sınıf karakteristiğini bütün ayrıntıları ve orijinalitesiyle kavramak ilk şarttır.”
Kıvılcımlı’nın kullandığı her bir alt başlık neredeyse konunun özeti gibidir. Böylece Kıvılcımlı, eleştirisini madde madde alt-başlıklarla somutlaştırır, anlaşılır kılar.
Birinci Kurtuluşta Burjuva Egemenliği Unutulur başlığında, “MDD’ciler düştükleri teorik yanlışlar yüzünden ABA’cı (Aybar-Boran-Aren’ci) Oportünizmi “ideolojik yenilgiye” uğratamadılar. Kemalizm “Millî Burjuva” devrimi iken, onu Küçükburjuva devrimi imiş gibi göstermek zorunda kaldılar.” Diye yazar Kıvılcımlı ve devam eder. TİP-ABA’cı tez, Kemalist devrimi Milli Burjuva Demokratik Devrim sayar ve önümüzde sosyalist devrim aşaması vardır der. MDD bunu rededer ama yerine tutarlı bir tez getiremez ve saçmalamaya başlar. “Mesele Millî Mücadele’ye “katılanlar” değil, egemen ve güdücü olan sınıftır. O sınıf, Türkiye Burjuvazisidir.
Birinci Millî Kurtuluş Savaşı’nda Burjuvazinin egemenliğini inkâr etmek; Tarih ötesi bir tezdir. Bu teze MDD’ciler neden baştankara daldılar? Buna muhtaçtılar. İlk Millî Kurtuluş Savaşında Asker-Sivil Aydınların çok aktif rollerini, Türkiye’de Küçükburjuvazi’yi “ileri bir sınıf” sayacak kertede abartmak için gerekçe yaptıklarından, buna muhtaçtılar. Oysa MDD’ci üstatların ihtiyaçları başka, gerçeklik başka şeydir.”
Kıvılcımlı, alıntılarını, Belli’nin 4 Şubat 1969’da Türk solu dergisinde yayınlanan Türkiye’de Karşı Devrim yazısından sürdürür. MDD çizgisinin ünlü, ya Dağ yahut Bağ teorilerine gelir.
“Kargaşalığı aydınlatmak için: Bağı önce sürmeli, sonra diken ayıklamalı, fidan dikmeli örneğini verdiler.
Oysa daha önce bağın (Devrimde İktidarın) kime mal edileceği önemliydi. Oportünistler ise: Bağı Kemalizm
sürdü diyorlar.” Meselenin can damarı devrim aşamasındaki iktidar problemidir. MDD teorisinde net bir açıklama getirilmemiştir, atlanmıştır. “….”tarla”nın mülkiyeti (İktidar) küçükburjuvazinin malıymış gibi konulursa, hem kendimizi, hem “bağcı”yı aldatırız. Sonunda “Gerçek mutluluğu tadan” Ağa olur. “Üzümünü ye, bağını sorma” bir Küçükburjuva tekerlemesidir. Proletarya parolası: “Bağını sor ki, üzü-
münü yiyesin” olurdu… Yazık ki ana iktidar problemi net ve bütünüyle konmadıkça, ABA’izmle MDD’izm tartışmaları karşılıklı monolog söylemeye döner.” TİP Oportünizminin, bağ daha önce sürüldü yani Kemalist devrim bağı sürdü demagojilerini yenilgiye uğratmak, hayır bağ daha sürülmedi diyen MDD’cilik ile yapılamaz. Soyut Demokratik Devrim, Sosyalist Devrim tartışmaları, kafa karışıklıkları sürüp gider. Dağ teorisine gelince.
“MDD’ci Dağ Teorisi, madem Kemalizm’le daha yakındık, neden o zaman Sosyalizme geçemedik? sorusuna: Sosyalizm bir tepedir. Tırmanırken “ayağımız kaydı” da ondan!.. karşılığını veriyor. Ekonomik ve Sosyal sınıf determinizmi bulunmayan “Felsefenin Sefaleti” bu. Ayak neden kaydı? “Rota” çizmemekten…
Oysa Finans-Kapital “rota”sını, MDD’cilerin kutsal 1930 yılında çizmişti!”
“Dağcılık (Alpinizm) sporu İsviçre’de pek gözdeymiş. Türkiye’de de oburca beylerle, zayıflık kürü yapan tombul hanımlar ara sıra “ski”leri omuzlayıp Uludağ’a çıkarlarmış. Nasip olmadı, denemedik. Ama, Sosyalizm doruğuna öylesine yaradana sığınıp çıkarken duralamamız neden? Yorgunluktan belki. Oturaydık biraz. Hayır. “Bir noktada” (hangi noktada?) ansızın “Ayağımız kayıyor”. Niçin? Bes-Belli: “Sarı saçlı Mavi gözlü Dev” kahraman başımızdan göçtüğü için! Öyleyse, onu geri çağıramayacağımıza göre, bu yol zifirî kara saçlı, ela gözlü başka bir Dev-Kahraman bulsak, bize “doğru rotamızı” çizmez mi? Çünkü bütün meselemiz hep kahramanca “Rota çizmek”te! Kompleks bu.”
“MDD’ciler ayak kaymasına bir neden arıyorlar. Kemalizm “Kompradorları teşvik” etmezmiş. İyi ya, Sosyalizm Komprador muydu ki ayağı kaydı? Kalıp-Kıstas gibi laflar, olur. MDD’ci Sınıf Skolastiği burada
şapa oturur.”
“ABA’cı Oportünizmi, MDD’cilerin Bağ ve Dağ teorileriyle değil, Türkiye’nin somut Sosyal Ekonomi ve Sınıf ilişki-çelişkileri açıklanarak ve bu açıklama pratikte uygulanarak kesin yenilgiye uğratılabilir.”
Belli yazıyor, “Üretim tarzı Kemalist Türkiye’de de Kapitalizm idi, bugün de Kapitalizmdir… Yalnız bir nitelik farkı vardır. Komprador teşvik görmüyordu Kemalist Türkiye’de.” Kıvılcımlı soruyor.
“Teşviki Komprador görmüyorsa, ya kim görüyordu? Yoksa, şu yok olası Eneski Sosyalistlerin Finans-Kapital
dedikleri çok basit Emperyalizmin temel ekonomik ve sosyal zümresi mi? Hayır. MDD’ciler için o çok eskiden beri söylendiği için “Yeni” ağızlara alınmayacak “kalıp”tır. Onlar “Kıstas”: büyük terazi peşindedirler.
Görelim şu Kıstas’ın işleyişini?”
Ayrım VI
Türkiye’nin Sınıf Orjinalitesi ve MDD’cilik
“MDD ideologları, o Skolastik (Medresecil-Kitapçıl) metotlar gölgesinde, ayaklarını hem Bilimcil Sosyalizm’in, hem Türkiye Toplumu’nun toprağından kestiler. MDD’cilik Kemalizm’in 20. yüzyılda yaşadığını unutarak, onu 19.yüzyılın Metropollerindeki (Kapitalist anayurdundaki) Serbest Rekabetçi kapitalizm yaratma ülküsüne bağladı. Onun için Devletçiliğimizin Finans-Kapitalle göbek bağını (Yön-Devrim gibi) görmezlikten geldi. Sınıf pusulası elden kaçınca Tarih Kahraman kişilere yaptırıldı ve ilh…
Bütün bu ve benzeri yanılgıların ilk nedeni, Türkiye’de Kompradorun yerini 1925’ten beri tutmaya başlamış Finans-Kapital kavramını bir türlü kavrayamamaktı.”
13 alt-başlıkla inceleniyor konu bu ayrımda.
“Millî olmayan Burjuvazi yoktur. Burjuvazinin tüm sınıf olarak egemen bulunduğu çağ 19. yüzyıldı. O zaman kapitalist Anayurt (Metropol)u dışında yalnız Komprador burjuvalar egemendi. Kemalizm ise onların egemenliğine son vermişti. Şimdi ne yaratabilirdi? Kapitalizmin anayurdunda ölmüş bulunan Serbest Rekabetçi burjuvaziyi mi? Masal… Aslında Kemalizm’i burjuvazi yaratmıştı. Hangi burjuvazi? Sınıf olarak (İtilafçı Kompradorlar dışında kalan) bütün zümreleri ile yarısömürge burjuvazisi.”
“20. yüzyılda Kapitalist sınıfı ikiye bölünür: 1- Finans-Kapitalistler bölümü her şeye egemen olur. 2- Öteki Kapitalist zümrelere: Vahşi Kapitalistler adını takar. Bir milletin içinde bulunmak “Millî” olmak ise, bu iki zıt Kapitalist zümre de aynı millet içindedir. Birini ötekinden az “millî”saymak Çin’de, Mâçin’de olur. Türkiye için hayal olur. Burjuva Metropollerinde iş böyledir.”
“Çin’de 20. yüzyıl boyu da Kompradorlar egemen kaldıkları için, o yabancı düşen zümreye karşı bir yerli Millî Burjuvazi ayrılabildi. Türkiye’de Kemalizm Kurtuluş Savaşına başlarken İtilafçı Kompradorların, zaferlerden sonra İttihatçı Kompradorların tahakkümlerine son verdi. Çin’den farkımız bu.”
“Komprador tahakkümü gidince başlayan “Devletleştirme”, Kadro yahut Yön gibi mutlaklaştırılırsa, altındaki sınıf damgası gözden kaçar. Finans-Kapital atlandı mı, her şey “çok çapraşık”, çorba olur.”
“Köyle şehir nüfuslarının Tek parti çağında hep aynı kalışı, Rekabetin “Gayrımeşru” ilân edilişi: Sınıf ha-
reketlerini ve mücadelelerini Tekelci Sermaye vurgunu uğruna dondurmak, Finans-Kapital saltanatını
sağlamlaştırmaktı.
Gerçekte Kemalizmin Devletçiliği, artık o ilkel Osmanlı Devletçiliğinin yarı Komprador, yarı Ajan “Kapitalist fideliği” bile olmaktan çıkmıştı. Hele “Millî Burjuvazi yaratma çabası” hiç değildi. Çünkü öyle bir şey 20. yüzyılın birinci yarımı Türkiye’sinde olur şey değildi. “Demiryolları, Madenleri, ve ilh… devletleştirme” denilen Kemalist eylem, her ne denli “Kompradoru teşvik” etmiyorduysa da, bal gibi “Finans-Kapitalin teşviki” altında hiç düşünmeye kalkışmadan ve Finans-Kapital çıkarları dışında her türlü “düşünceye kelepçe” vurarak davranıyordu.”
“Türkiye Ekonomi ve Politikası 1925’ten beri Şirketlerin (Finans-Kapitalin) tekeline teslim edildi.
Kırk bin Traktör, yüz bin Oto, Benzin istasyonları Türkiye’nin Amerikan Mandalığına geçiş merasimi oldu. Karşıdevrim: daha 1930’larda Cemiyet’i Akvam’a [Milletler Cemiyeti’ne] girişle başarı kazandı. 1945-50 Demirkırat’ı, Finans-Kapitalin daralmış temellerini Kırlara yaydı. Tefeci-Bezirgânlıkla kesin ittifakını yaptı.”
“MDD’cilerin uzun süre Küçükburjuva protokolüne uyup Finans-Kapitali “Komprador” olarak anmaları, Türkiye’de değişen sınıf ilişkilerine boş vermek, Oportünistlere açık vermek oldu.”
“MDD teorisyenleri Finans-Kapital karşısında ne yaptılar?”
Türkiye’de, egemen hakim güç, Kompradorluk değil, Finans-kapitaldir. Mustafa Kemal, I.Kurtuluş savaşı, Komprador tahakkümünü temizlemiştir.
“Türkiye’nin Kapitalist sınıfının (başta Tüccar, Sanayici ve ilh… zümreleri) Komprador zümresine karşı Birinci Millî Kurtuluş savaşını yaptı. Aynı sınıfın gene birçok zümreleri bugün kendilerini “Vahşi” yerine koyan Finans-Kapital zümresine karşı İkinci Millî Kurtuluş savaşına katılır mı? Önemli olan, İkinciKuvayimilliyeciliğe öncü olacak Modern tek gücün İşçi Sınıfı olduğudur.” 1.ve 2.Kurtuluş savaşlarını özetliyor Kıvılcımlı. Hangi sınıfların öncü olduğu ve olacağı, finans-kapitalin bir sınıf değil zümre olduğu, kapitalist sınıfın bir zümresi olduğu, ayrıca kompradorluktan nicelikçe değil nitelikçe ayrı olduğu nu anlatıyor. Ve bu tahahkkümün yeni değil eskiye dayandığını yazar ve bu üç noktada, finans-kapitalin bu üç özelliğinde (zümre-ünitelik-eskilik) MDD ile ayrıldıklarını ekler.
“Finans-Kapital: bir “sınıf” değil, “zümre”dir. Kompradordan neçelikçe [nicelikçe] değil nitelikçe farklıdır. İkinci Emperyalist Savaşından “sonra” değil, çok önce (1925’ten beri) Türkiye’ye tahakküm etmektedir. MDD’ci “teori”bu üç noktada ters düşüyor.”
“Hal böyle iken, MDD’ciler büyük bir inat ve ısrarla, Finans-Kapital sözcüğünden kaçınarak Komprador “galat’ı meşhur”unu kullandılar.” Kıvılcımlı çok net olarak finans-kapital tanımını yapar.
“MDD’ci, Emperyalizmi hâlâ “gelişmiş kapitalistler”e mal ediyor. Oysa Ekonomide Finans-Kapital, üstyapıda Finans-Oligarşisi: “gelişmemiş” Türkiye’de 1925’ten beri tahakkümdedir. Finans-Kapital, yalnız Kapitalist sınıfının yalnız “Banka+ Sanayi” zümrelerini değil, bütün, zümrelerinden en kodamanları, Büyük Emlâk Sahiplerinin en kodamanlarıyla kaynaştırır. Bu kertede şahbaz bir bilmezlik, MDD’ciliği uykuda gezer kılıyor.” MDD’nin finans-kapital anlayışındaki yanılgı onları nereye çekilse oraya giden, ajitasyona yararlı, bir “işbirlikçi sermaye” deyimine götürür.
“MDD’cilik”Devrim”i”Evrim”le, “SosyalDevrim”i “Politik Devrim”le, 1930 Finans-Kapital Devletçiliğini “Sosyalizm”le karıştırır. Çünkü 1945’ten öncesini bilmez. Öğrenmek de gücüne gider.” Mihri Belli, Türkiye’de karşıdevrim yazısında, “…Türkiye’de son çeyrek yüzyılda olan karşıdevrimdir. Çünkü Türkiye Devrim açısından ileriye doğru gitmedi, geriye doğru gitti. Eğer nihaî amaç sosyalizm ise (ki sosyalizmdir),1930’lar Türkiyesi Sosyalizme bugünden daha yakındı.” Diye yazıyor, Kıvılcımlı soruyor, “yakın” mıydı diye ve yanıtlıyor. “Böyle bir “teori”, 35 yıl önce birkaç Sosyalizm hainine ısmarlanmış
bulunan “Kadroculuk” tezinin tâ kendisi olurdu. Kadrocu şarlatanlar, Türkiye’nin her göze görünmeyen en zorbaca Finans-Kapital tahakkümüne geçişini, 35 yıl önce “Sınıfsız, imtiyazsız” bir gelişim diyerek, bütün Küçükburjuva Kapıkulu “Kadro”larına yutturabilirlerdi. Ama her şeyin, hatta “Karşıdevrim” denilen şeyin oportada durduğu 35 yıl sonra, Kadrocu şarlatanlığı haklı gösterirce atmasyonlar yapmak, bugün sağlam bir “Stratej”lik olur mu?
O gibi atmasyonlar, en hafifinden, Küçükburjuva hayalciliğini Bilimcil Sosyalizm ile karıştırmak olur. Tarihi, Devrimleri: Kaçınılmaz ekonomik ve sosyal ilişki-çelişkiler yerine, Kapıkulu okşaması “Olsaydı-bulsaydı”larla yorumlamaya düşmek olur. Olmamıştır.
1930’larda İktidar, İşçi Sınıfında bulunsaydı: Paris Komunası için yapıldığı gibi, kaçırılmış fırsatlar, geleceğe ders olmak üzere eleştirilebilirdi. Yukarıki yakıştırmada ise öyle en ufak bir eleştiri yok. Kallâvi bir “Buyrul-
tu” var: “Sosyalizme daha yakındık!” İnanmayan MDD kâfiri olur!” MDD, ciddi anlamda yanlış sınıfsal ilişkilerden yola çıkıyor. 1. Kuvayımilliye, küçük burjuva yönetiminde oldu diyerek onun gerçekte burjuvazi öncülüğünde gerçekleştiğini görmez, 45’lerden sonra karşıdevrim oldu diyerek te bu körlüğü pekiştirir. “”Kemalist Türkiye’yi gerçekleştiren devrim, küçükburjuva radikalizmi”dir. (M. Belli, MDD, 4. Versiyon, s. 25) sayan anlayış, temelden yanlıştır. Sınıf karakterinde yanılgıdan yola çıkıldı mı, her türlü siyaset körlüğü beklenebilir.” Kıvılcımlı’nın bu satırları, Kemalizm, I.Kuvayımilliye konularındaki düşünceleri, değerlendirmeleri açısından çok önemlidir. Yol çalışmasındaki, 1930’ların Kıvılcımlı’sı ile 1970’lerin Kıvılcımlı’sı arasında Kemalizm’e karşı aldığı konum açısından en ufak bir sapma bir yana aynı tutarlı çizgi, aynı bilimsel duruş geçen zamanın yığdığı bilgi-tecrübe ile daha bir zenginleşmiş, doğrulanmış olarak görülmektedir. Bir kez daha gerek kendilerine “doktorcu” diyenlere gerekse de “doktor” karşıtçılarına, Kıvılcımlı yazdıklarıyla fırsatçılıklarını, cahilliklerine yüzlerine çarpıyor.
Kıvılcımlı bu ayrımı aşağıdaki satırlarla sonlandırır.
““Sosyalizmin Bilimi” dedikleri şey de her bilim gibi ister istemez önce Birikim Bilimi aşamasından geçmek zorundadır. Her gelen kuşak, kendinden önceki kuşağın savaşlarını ve bilimcil araştırmalarını -sırf “her şey bizimle başladı” demek için- yok sayarsa, Sosyalizmin Bilimi nasıl birikir? Her ülkenin kendi orijinal ekonomik ve sosyal ilişkiçelişkileri iyice işlenmezse, sırf dünya sosyalizminin genel formüllerini tekerlemek, bir ülkenin düşünce ve davranışlarını nasıl sosyalizmin bilimi “payesine yükselte”bilir?
Türkiye Sosyalizminin trajedisi bu.”
AYRIM VII
MDD’ciliğin Örgüt Anlayışı
“Ayağı yerden (sosyal ekonomi ve gerçek sınıflardan) kesilenin yapacağı ne olabilir? Sosyalizmi ipe serip, üzerinde “cambazlık” yapmak!.. Her şey gibi “Proletarya Partisi” şartlara, “Şartlar”: MDD’nin “bütün” “Mevzileri zapt” etmesine, Mevzi zabıtlar da sırf Propagandaya bırakılır. Böylece günümüzün en yakıcı problemi Parti: masaldaki suya düşmüş baltaya “dönüştürülür.”
17 alt-başlıkla konu irdelenir.
27 Mayıs sonrası dönem, Türkiye’de Komünist partisi istemek bu isteği dillendirmek konusunda oldukça rahat bir dönemdir. “27 Mayıs Başkanı Cemal Gürsel ile Hükümet Başkanı S. H. Ürgüplü, Türkiye’ye bir Komünist Partisi gerektiğini söylediler. “Bu ortamda” en çok kullanılan “Sosyalizm sözü”nü ağza almak için “cambazlık” yapmaya gerek yoktur.” Oysa Mihri Belli şöyle yazıyor, Türkiye’de Karşıdevrim yazısında, “TİP’in Programında sosyalizm sözü geçmez. Bu ortamda geçemezdi de. CAMBAZLIK YAPARAK meramımızı anlatmak zorundayız.” Kıvılcımlı “bu ortam” denilen yer neresidir diye sorar ve açıklar. “Tek parti çağının o “sosyalizme daha yakın”ilân edilen zılgıt ortamı değil. 27 Mayıs’ın 9. yılıdır. O “kediye göre budu” Politik Devrimin Başı Gen. C. Gürsel aşağı yukarı şöyle demişti: “Türkiye’de Komünizmin başarı sağlayacağını ummam. Ama, bir Sosyalist Partisi mutlak lâzımdır.” Aynı Başkan Gürsel, Amerika’da komaya sokulmadan birkaç gün önce de: “Türkiye’ye bir Komünist Partisi gerektiğini” ünlü açık sözlülüğü ile, hem de Devlet Başkanı sıfatı ile ortaya atmıştı.”
“Türkiye’nin Tarihinde belki en yaygınca “Sosyalist sözü” geçen aşama 27 Mayıs sonrası oldu. Hem gelişigüzel Sosyalizm de değil, Bilimcil Sosyalizmin, en belirli pek çok klasikleri de çevrildi, en alevli orijinalleri de… Tut ki TİP liderleri yoğurdu üflemek istediler. Biz, Sosyalizm sözü için: “Bu ortamda geçemezdi de”diyebilir miyiz? Dersek, o TİP liderleri (ABA’cılar) ile o bakımdan ne fark kalır?
Bir dil kayması diyelim.” Basit bir dil kayması mı yoksa mücadeleden kaçmak mı dır? Kıvılcımlı cambazlık konusunu irdeler, arkasında ki eğilimleri mahkum eder. “1930-1935 yılları Bilimcil Sosyalizm eserleri yayılmışken, 1969 yılı Sosyalizmi ağza almak için cambazlık gerektiğini söylemek bir dil kayması mıdır?….. “Cambazlık” ancak “burjuva liberallen”nin devrim önünde adam kandırmak için takla atışlarıdır. Bilimcil Sosyalizmin öyle taklalara ihtiyacı yoktur..”
“Sosyalizm: İşçi Sınıfının Toplum Bilimidir. Bir ülkede Demokratik Devrim şartlarını değerlendirmek de,
uygulamak da İşçi Sınıfının, yani Sosyalizm’in işidir.”
“Sosyalizm politikasında prensipler saklanmaz. Yalnız, halkın ihtiyaçlarına ve anlayışına uymayacak
düşünce ve davranışlar ortaya vakitsiz atılmaz. Sosyalizm, yığınlardan kopmamakla gerçekleşir.”
MDD’cilerin örgüt kötümserliği, örgütten kaçma eğilimleri için, şöyle yazar Kıvılcımlı.
“Teoriyi de Pratiği de Örgüt, yani Siyasi Parti yoluna kor. Gerek Eski Sosyalistlerin, gerek TİP ABA’cılarının, tersine çevrilmiş (Disiplin+Hiyerarşi) sapıklıkları yüzünden Örgüt ve Parti gereği tavsatılamaz.”
“Gerçi papaza kızıp oruç bozulmamalıdır. Ama olan olmuştur. Yeni Sosyalistler, genellikle gerçekten Proletarya Örgütü ve özellikle Siyasi Parti alanlarında kolay başı alınamaz bir kötümserliğe ve silinemez
bir septikliğe (kuşkuculluğa) kaymışlardır. Bunu, en ciddî ve “dokt” tezlerinde okumamak elden gelmez. Denilebilir ki, en yakıcı ve en az düzelen yanları Örgütçül yanılgılarıdır.” Opürtünizmden kaçınmanın yolu onu ezmenin yolu, “Oportünizm: İşçi Sınıfına ve yığına karşı, işçi de olsa, bir zümrenin baskın çıkma eğilimidir. Bu eğilimi ancak Sınıf Partisi ama İşçi Sınıfı Partisi önleyebilir. “İnisiyatif (…) asker-sivil aydın zümrede” de olsa, o bir “Zümre”dir. Onu da yaratacak şey, dua değil, İşçi Sınıfı Partisi olabilir.”
“Sınıf yani Proletarya yerine: “Asker-sivil aydın zümre Demokratik devrim öncüsü olur” gibi karmakarışık görünüşte parlak sözler. Proletarya “mukadder”dir. “Asker-Sivil kesim”: Demokratik devrimcidir.
Ama Devrim ne ile yapılır? “Aydın”gilin “tarihsel inisiyatif”i olan 27 Mayıs bile örgütle oldu. Proletaryanın örgütü nerede? TİP, oportünizme (Amele Aristokrasisine) kardığına göre, Proletarya Partisi ne olacak?”
Mihri Belli Proletarya partisini imkansızlığını yazıyor, İlkelerde Birlik Şarttır yazısında, “Filipin demokrasiciliği düzeninde ulusal güçlerin hiçbirinin, ne proletaryanın ne küçükburjuvazinin kendi öz siyasi örgütüyle politika alanında yer almasının İMKÂNSIZ OLDUĞUNU gittikçe daha iyi, daha açık seçik anlaşılması..” Kıvılcımlı örgüt diyor, M.Belli örgüt için daha demokratik ortam beklemek gerek diyor. “Karşıdevrimi, “devrimci laf” değil, Devrimci Parti önleyebilir. Onun “İmkânsız olduğunu” tekerlemek, ondan “Demokratik bir ortam” beklemek, “Legal Marksizm”in çukurunda ABA’cılarla bu-
luşmak olur.” “Proletarya Partisinin “İmkânsız olduğunu”, bırakalım, karşıdevrim ve emperyalist ajanları “açık seçik” ispatlasınlar. Devrimcilik, imkânsızlığın imkânlandırılmasıdır. Hani Mustafa Kemalci “Tam Bağımsız, Gerçekten Demokratik Türkiye” sloganı ile kırılıyorduk? Mustafa Kemal, Gençliğe Cumhuriyeti ısmarlarken ne demiş ve kendisi “Filipin demokrasiciliği” (Amerikan mandacılığı) karşısında ne yapmıştı?
“Vazifeye atılmak için içinde bulunduğun vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!” demişti (Nutuk).
Hem bunu laf olarak söyleyip övünmeden önce, işiyle uygulamıştı. Emperyalizme teslim edilmiş bir ülkede, silahsızlandırılmak istenen Erzurum’daki tek örselenmemiş Türk Ordusuna sığınmıştı. İlk iş olarak Türkiye ölçüsünde “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”ni, yani Burjuva Demokratik Devrimi yönünde Birinci Millî Kurtuluş Savaşını güdecek Siyasi Parti’yi tutundurmaya girişmişti. Ve bunu bir ay içinde Erzurum, Sivas Kongreleriyle taçlandırmıştı.” MDD, ülkede gerçek proleter devrimci parti olmadığını söyler. Yokluğundan yakındıkları parttiyi kurmak için ne yapılmış teklifleri göz önüne alırlar nede kendileri bir şey önerirler. DD ve SD konusunda şöyle yazar Belli, “Bir Toplumun Sosyalist Devrim eşiğine varabilmesi için, onun gerçekten Bağımsız ve gerçekten Demokratik bir toplum durumuna yükselmesi, yani Millî Demokratik Devrimin bütün görevlerini yerine getirmiş olması şarttır.” Kıvılcımlı sorar, “Bu şart ne zama yerine gelir?” “Demokratik Devrim, hiçbir zaman, hiçbir yerde “bütün görevlerini”yerine getirmemiştir. Türkiye’de mi getirecek? Ütopi. Ya onu engelleyenler mi gerçekleştirecek, yoksa Proletarya Partisi mi?” Kıvılcımlı ekler, bugünkü acil görev Proletarya örgütü dür, günün görevleri vardır der, MDD örgüt kurmayı şartlara bağlarken-havale ederken. “Demokratik Devrim de, İşçi-Köylü İktidarı da diyalektik momentlerden (anlardan) bindir. “Demokratik Devrimin bütün görevlerini yerine getirmesi”ni beklemek, Skolastik “dondurma” satmak olur. “Şartlar”ı küçükburjuva yakıştırmaları değil, Proletarya Partisi belirtebilir.” Belli MDD yazısında şöyle yazıyor, “Şartlar gerektiğinde (şu anda gerektirmemektedir) yeni bir Siyasi örgüt kurma girişiminde, Proleter devrimcilerin gösterecekleri başarı da vermekte oldukları demokrasi uğruna savaşta zaptettikleri mevzilerin sayısına bağlıdır.” Kıvılcımlı soruyor, “”Şartlar” dedikleri nedir? Niçin “Yeni bir Siyası Örgütü””gerektirmemektedir?” O “Belli” imişçe konur. Adı bir yana bırakılırsa, en az “Belli” olan şey: o “şartlar” kuyusudur.”
“Marksist Objektif (nesnecil) olmak: Var olan şartlar önünde donakalmak veya paniğe uğramak değildir.
Devrimci Sübjektiflik (kimesnecillik) ile devrim objektifliği çelişkisinin birbirine girişidir. Devrimci Sübjektiflik, eğer aşiret çağında değilsek, Devrimci Parti’nin kararları demektir.”
“Dedem de biliyor Proletarya Partisini engelleyen olanaksızlıkları. İş onları sayıp dökmekte değil, hiçbir küçükburjuva afur-tafuruna kapılmaksızın, yiğit ve yürekli her devrim eri gibi “Ol!” deyince sıraya girebilip girememekte, hizaya gelebilip gelememektedir. İş olanaksızlıkları boşuna devrim gevezeliği ile süsleyeceğine, olanaklı kılmak için dev aynalarında boy seyretmemektedir. Buna var mıyız? Katlanabilir miyiz?
Yoksak, suçu proletaryanın objektif veya sübjektif yetersizliğine,Militanların (o her gün biri alkan içinde bırakılan mücahitlerin) yeteneksizliğine yüklemek, kendi kişicil bozgunculuğuna evrensel nedenler uydurmaktır. Sıkmıyorsa, açık konuşalım. Gölge etmeyelim. İşçi Sınıfı ve Halk ve Gençlik ve Gerçek Militanlar kimseden başka ihsan istemiyor. Endüstri şövalyeliği, Teksas krallığı, beynine turp sıkılmış
Ağa Saltanatı yeter.”
“Parti “yolunda mücadele” MDD’cileri kaç yıldır, örgüt sentezi dışında parçaladı. “Katkı”, “Mevziler
zaptetmek”, “Mücadele” çete savaşının ordulaşması (Partileşme) ile başarı kazanır. MDD’ciler önce Kaleleri zaptedecekler, sonra Ordu kuracaklar. Bu gülünçten de aşırı ne dediğini bilmemektir.” Kıvılcımlı buna ordusuz savaşı kazanma donkişotluğu der. Partiyi, örgütü kurma girişimi bile yok, bu yolda mücadele var. Kıvılcımlı, inatla bir Proletarya partisi gerekliliğini savunur, somut olarak yazar, anlatır, defalarca tekrarlar. Çağın, dönemin çete, yuvar, mahfil çağı olmadığını, parti çağı olduğunu bıkmadan usanmadan ustalardan alıntılarla izah eder. “Proletarya Partisinin “zamanı”: Türkiye’de 50 yıl önceye rastlar. Primitivizm’den (ilkellikten) kurtulmanın “zamanı”, imkânı kuru propaganda ile sağlanamaz. Onun zamanı çoktan geçmiştir.”
“Oportünizm, elbet burjuvazi ayakta kaldıkça, kapıdan kovulsa bacadan girecektir. Ama onunla ciddi
savaş, ülkemiz ve sosyal Tarihimiz ölçüsünde sistemli Proletarya Partisini ister.
Çünkü ancak Siyasi Parti -“uğrunda” değil- “Parti içinde” yapılan eleştiri kişilerin kişilerle yırtınması görüntüsünden kurtulabilir. Hem otokritiği sağlar, hem oportünizmi inmelendirebilir. Ancak Siyasi Partinin -gerçek Proletarya Partisinin- sınırları, her düşünceyi ve davranışı keyfi yahut kişicil yakıştırmalardan, bireycil görüntülerinden kurtarır. Organ determinizmini, “demir disiplini” yetkili katlarda tartışma ve
yargı düzeyine çıkarır. Bu da ancak Programı ve Tüzüğü bilinçle benimsemiş Üyeler için olur.”
“Böylesine evrensel bir görevi küçük grupların dar, süreksiz, hotzotçu, başıbozuk, alaturka ve toyca eylemleri yerine getirebilir mi?” diye sorarak ikinci bölümü, bir anlamda kitabı bitirir Kıvılcımlı.
Çalışmanın başına yazdığı Sunuş’ta Kıvılcımlı, iki ana bölümden oluşan kitabın, bir “Zortlamaya Giriş” ile başlayacağını ve “Anarşizm mi? Dağınıklığımız mı ?” sonsözüyle biteceğini belirtmişti. Son Ayrım işte bu sonsöze ayrılmıştır.
Ayrım VII
Anarşistliğimiz mi? Dağınıklığımız mı?
Bu bölümde Kıvılcımlı, daha sonra yayınlayacağı “Anarşi Yok! Büyük Derleniş!” adlı broşüründe önerilerini kaleme aldığı dönemin sosyalist ortamının dağınıklığını kısaca irdeler. Kıvılcımlı’nın iki olağanüstü tahlilini, sözünü içeren son iki paragrafı olduğu gibi alarak Okumamızı bitirelim.
“Bilimcil Sosyalizm için, Teori, her şeyden önce, Derebeyi Skolastiği ile Burjuva Metafiziğini yok etmektir. Teori, her şeyden daha keskin Diyalektik metot ve mantıktır. Teorinin diyalektiği elbet uluslararası bir
değer olmaktır. Ama uluslararası bir değer olmanın tek yolu da, her şeyden önce ulusal bir değer yaratmaktır. Kapitalizmde insanlık eşitsiz gelişim kanunu ile, ayrı ulus gerçekliklerine parçalanmıştır. Onun için, her ülke, ötekilerinin yarattığı bütün teorik değerleri iyice sindirecektir. Ama bu, uluslararası teoriyi sindirim, Teori’nin yalnız bir kanadıdır. Öbür kanat, her ülkenin kendi sosyal orijinalitesinde yatar.
Bizde, bütün sosyalistlerimizin basamak basamak kendi çaplarında boyuna anarşistleşmeleri (otorite kırıcı megaloman disiplinsizlikleri) hep, yalnız derme çatma, çıraklıkta pişmemiş, uluslararası “teori” tek kanadı ile şahane uçuşlar yapmaya kalkışan acayip kuşlar oluşlarından ileri geliyor. Oysa, bu aşama, kırk yıl öncede kalmalıydı. “Cin olmadan adam çarpmak” modası artık geçmelidir. Yeraltı, dünyadan başka yıldız değildir.”
Kaynakça (Kitapta kullanılan)
Karl Marks, Das Kapital, Birinci önsöz, 25 Temmuz 1867, 1932, Wien, I. cilt
Karl Marks, Louis Bonapart’ın 18 Brümeri
K. Marks, Manifesto
Marks ve Engels arasında yazılan mektuplar, 1850-51 yılları arasında
Lenin, Bir Fransız Sosyalistinin Namuslu Sesi, 1925
Lenin, II. Enternasyonal’in Krahı, 1915
Lenin, İki Taktik
Lenin, Devrimimiz Üzerine, 17 Ocak 1923, 16 Şubat 1923
Lenin, VII. Kongre Söylevi, 19 Mart 1919
Lenin, Bitirim Sorokin’in Kıymetli İtirafları
Kenan Coşkun, Sapkın Duygular, çaltı, No 178
PD Aydınlık, Şubat 1970, 2-16
Mihri Belli, MDD, Nisan 1970
Mihri Belli, Türkiye’de Karşı Devrim, Türk solu, 4 Şubat 1969, sayı 64
Mihri Belli, Bugünün Türkiye’sinde Devrimci Eylem Nedir?, Türk Solu, 11 Kasım 1969
Mihri Belli, İlkelerde Birlik Şarttır, Aydınlık, s 15
E. Tüfekçi, Demokratik Devrim, Yön, 5 Ağustos 1966
Dede Hande (Hikmet Kıvılcımlı), Soğan Ekmek Kongresi, 1955
Mustafa Kemal, Nutuk
Yararlanılan Kaynaklar
Fuat Fegan, Dr. Hikmet Kıvılcımlı Bibliyografyası, Murat Matbaacılık, Istanbul, Ocak 1977, s.21
Fuat Fegan, Dr. H. Kıvılcımlı Arşivi, Yurtdışı Kataloğu (IISH), s.28
H.K.-Arşiv (IISH), s.13
IISH Folder 100
Hikmet Kıvılcımlı, Devrim Zorlaması-Demokratik Zortlama, Köksüz Dijital Yayınlar-Internet. Yazıdaki alıntılar bu yayından alınmıştır.
Hikmet Kıvılcımlı, Durum Yargılaması, Köksüz Dijital Yayınlar-Internet. Yazıdaki alıntılar bu yayından alınmıştır. S.67-72
Ekler
Kitabın ilk baskısı, ön kapak ve iç sayfa, TMY, Istanbul, Ekim 1970 (Orijinalinden fotokopi)
Kitabın Kıvılcımlı’nın el yazısı orijinalinden sayfalar (IISH-Folder 100)
Kitabın daktilo edilmiş sayfalarından orijinalinden sayfalar (IISH-Folder 100)